Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, Mardin’de açıkladığı 10 maddelik eylem planını dinlerken tek anladığım, iktidarın Türkiye’yi bu hale getirirken nerede hata yaptığını hâlâ hiç anlamadığı yahut anlamazdan geldiği; ısrarla.
AKP’nin 14 yıl önce, iktidara geldiği ilk günkü iddiası da zaten “milletle devlet arasındaki farkları ortadan kaldırmak” değil miydi? Cumhuriyetin bütün stratejik kurumlarının özelleştirme adıyla tasfiyesinden tutun da vesayeti kaldırma bahanesiyle eğitim, güvenlik, savunma politikalarının “millî” vurgulardan arındırılmasına atılan bütün o hoyrat adımların öne sürülen yegane gerekçesi bu değil miydi?
Bu ülkenin dağlarına şehit kanlarıyla yazılan “Ne mutlu Türk’üm diyene” yazılarını kaldırırken…
“Devlet”in künyesi niteliğindeki tabelalardan “T.C.” ifadesini kaldırırken…
Orduya, akademiye, medyaya kumpaslar kurar veya kurulan kumpaslara yol verirken…
Atatürk’ün huzurunda “sap gibi dikilmek” gibi “putlaştırıcı” saygı sunularını tedavülden kaldırmaya çalışırken…
“Tarihimizle yüzleşir” ve devleti katliam/soykırım sanığı haline getirir, devletin kurucularını faşist, diktatör, deccal diye yargılayıp tarihe gömmeye yeltenirken…
Hep “devlet”i “Türk ırkına ait olmaktan çıkarıp da Osmanlı bakiyelerinden oluşan kocaman bir mozaiğe dönüştürme”nin derdinde değil miydiniz zaten?
Şimdi… 14 yıl sonra… 14 yıl önce aynı mahallenin sakini olarak, birbiriyle komşuluk yapabilen insanları, “ayrı milletlerin(!) unsurları olarak kendilerini aslen komşu devletlerin vatandaşları” görür hale getirenin, devleti millete yaklaştırma bahanesiyle bütün otoritesini, varlığının dayanağı olan temelleri ortadan kaldıran, toplumu devletsizleştiren, azınlıkları, terör örgütlerini, etnik kimlikleri devletleştiren bu anlayış olabileceğine ihtimal vermeden, sanki yeni, denenmiş ve dahiyane bir buluşmuş gibi “yapılacak ilk iş” olarak ilan ettiğiniz için umutlanmamızı mı bekliyorsunuz sahiden?
Devlet ve millet arasında bir uçurum olduğu için kana bulanmadı ki Güneydoğu, ve hatta İstanbul, ve hatta Ankara, ve hatta İzmir;
Devlet ve millet kavramlarının içini boşalttığınız için oldu ne olduysa!
***
İkinci madde “kamu düzeni”; müsteşarlığını bile kurdunuz geçmişte aynı iddialarla…
Üçüncü madde “demokratik reform paketi”; bin tanesini ilan etmediniz mi geçmişte? Bir yandan “kim olursa olsun gözünün yaşına bakmayız” makamında bir tavizsizlik süreci vaat ediyorsunuz terör mücadeleye dair, bir taraftan da terör örgütünün nihai talepleri için meşru zemin yaratmaya da yarayacak o “yeni anayasa” garabetini sunuyorsunuz “çözüm” diye öyle mi?
Dört, beş, altı; böyle denenmiş ve her biri özde bu “sonucun” sebepleri olan politikaları “tedbir”, “tedavi”, “tamir” diye yeniden yürürlüğe sokmaktan başka hiçbir şey değil esasen bu 10 madde.
Hele o sonuncusu “Yeni Osmanlı” vizyonunun maskelenmiş hali olan “komşu ülkelerle ortak ruh” vurgusu yok mu!.. Övüne, övüne “Kürt, Arap, Türkmen hiçbirinizi diğerinden ayırmadık” diyor Başbakan…
Kendi ülkende etnik köken farkı olmaksızın bütün vatandaşların eşitliği zaten anayasal güvence altında, bu bir lütuf değil istesen da “birini diğerinden ayırt edemezsin”, edersen Anayasa’yı ihlal edersin… Ve lakin Kürtlerin devletleşmesinde, Arapların terörize olmasındaki bilerek bilmeyerek oynadığın rol ortadayken gururlandığın bu “hepiniz bizim için birsiniz” yaklaşımına gelince…
Sorun bu zaten; insani olarak eyvallah ama siyasi olarak bir olmamalıydılar!
“Türkmen”in komşu ülkelerdeki olası bir kargaşa, kaos, işgal, çatışma ve nihayetinde bölünme halinde “senin yanında” olabilecek yegane unsur olduğunu, bekan için bir emniyet kemeri, güvenlik şeridi, illa ki “ecdad”a öyküneceksen bir nevi uç beyliği olduğunu idrak edip de ayrı tutabilseydin, böyle popülist hareketler yerine zamana yayılmış bir teşkilatlanman, askeri, siyasi, ideolojik, sosyal, kültürel ayakları olan bir devlet politikan, ön hazırlığın olsaydı “sınırda tek başına” mı kalırdın böyle?
Onlar “sınırda tek başlarına” mı kalırlardı?
***
“Açılım”, “çözüm”, “millî birlik ve kardeşlik projesi”, “megri megri”;
Hadi bugüne kadar her ne yaptıysanız “hata”ydı diyelim, “yanlış”tı; “kandırıldınız”, “aldatıldınız…”
Yüzlerce ananın yüreğini dağlayan, yüzlerce çocuğu -kimisini doğmadan- babasız bırakan, o derme çatma, damsız, kerpiç, muşamba camlı da olsa tüter haldeki ocakları söndüren “netice”lerine rağmen aynı “yanlış”a, “hata”ya dönerseniz, demedi demeyin, bu saatten sonra “ihanet” olur adı!
Elinize yüzüne bulaştırmanın değil ihanetin hesabını vermek durumunda kalırsınız hem millete hem de size rağmen var olabilen devlete!
yeniçağ