Hürriyet yazarı Ahmet Hakan bugünkü köşesinde Orhan Pamuk’la inceden alay ediyor.
Orhan Pamuk’un cahillikle kıyaslanması acıklı bir resim, dalgaya alınmasına üzüleceğini sanmıyorum.
Edebi yetersizliklerini ve bir balon olduğunu istediğiniz kadar söyleyin, adının anılmış olması Orhan Pamuk gibilerin moralini yükseltmeye yeter.
Dile kolay otuz yıl aralıksız edebiyatın altın çocuğu olağanüstü romancısı koltuğuna oturtulan Orhan Pamuk artık ‘beş para’ etmiyor, kitapları satmıyor, kimsecikler adını duymak üzerine konuşmak istemiyor, bu hayal kırıklığı, sizin hikayeniz.
Medyanın hırsızlık ve banka soygunlarını örtmek için kullanıp şöhrete boğduğu hangi yazar varsa hepsi ‘boş’ ‘kuru gürültü’ çıktı.
Otuz yıl süren bu hayal kırıklığını yeni yetişmekte olan genç nesil de tanısın.
Hayatı boyunca kendine bir beyin ve düşünce aramak zahmetinde bulunmayan bir modern ikon’dan söz ediyoruz.
ORHAN PAMUK EĞLENCESİ
Bu acıklı fiyaskonun izini sürelim, ahlak onur ve hayat dersimize birkaç cümle daha ekleyelim.
Kurtlar köpeklerden dahi zekidir çünkü köpekler evcildir, kurtlar sorunlarını tek başlarına ve vahşi yaşam şartlarında sürdürür. Orhan Pamuk’a bahşedilen şöhret onun ağır hiç anlaşılmayan tembelliğini besleyip evcilleştirdi ve okuyucuya ve düşünceye hiç saygı duymamasının önünü açtı.
Buzullar eriyince insan beyni küçülmüş, sebebi, buzul çağındaki gibi fazla yağ deposuna gerek kalmadı, ülkemizde de nihayet buzullar eridi ve Orhan Pamuk’un yağlı beyni çözüldü ve küçücük beyni artık herkesin eğlencesi haline geldi.
Şöhret elde, satış cepte rahatlığı, işte bu ‘evcilleşme’ başka şeylere ve başkalarına ‘bağımlılığı’ yükseltir, ekmek elden su gölden, artık metinle edebiyatla düşünceyle niye uğraşsın.
Bir deniz hayvanı Deniz Fıskıyesi’ninhareketlerini düzenleyen ve görmesini sağlayan bir beyni vardır, ancak Deniz Fıskıyesi sonunda bir kayaya yapışır ev arayışı sona erer ve beynini yitirir, tipik Orhan Pamuk ve ona benzeyen liberal yazarların hikayesi, ev araba maaş bulunca ‘düşünce’ kayboldu.
İnsan türünün birkaç milyon yıldır bir beyne ihtiyacı var, ancak henüz ‘hücre’ döneminde beyni yoktu, bunun yerine ‘eşleyici’ denilen genlerini kopyalama özellikleri vardı, durmaksızın kendilerini kopyalama, otuz yıldır medyamız liberal eşleyicileriyle kopyalanarak çoğalıyordu, galiba dibini bulduk, okuyucu uyandı, şimdi sahiden gerçek metinler kitaplar düşünceler arıyor.
ORHAN PAMUK “MUZLARINI” BİTİRMİŞ GÖRÜNÜYOR
Türk aydını yazarı bir beyne sahip mi değil mi ciddi bir sorundur, ancak, eşleyici kopyalayıcılıkla sürüsüne bereket çoğaldığı aşikardır. Bunlar ‘özgürlükçü’ ‘demokrasi’ gibi birkaç veri kelimeyle kopyalanıp çoğalırlar, hiç biri bir alt metin yazamaz, hiç biri bir düşünceyi enine boyuna şöyle derli toplu anlatamaz.
Bir yazardan bir beyinden düşünce isteriz yorum isteriz bir hikaye bir anlatı isteriz, işte depremler işte savaşlar işte trajediler, bir yazar bu kanlı coğrafyada siyaset biliminden edebiyata birkaç cümle edebilmeli, ama yok, dönüp bakın hiç yok. Ama yine de çok mutlulular çünkü şöhretleri çok uzun yıllar kişiliklerini tatmine yetiyordu.
Kendilerine liberal özgürlükçü demokrat adı veren kumpasçı aydınlara bir bakın, neyin özgürlükçüsü olduklarını yazıp çizdikleri ortaya koydukları yok, sadece bir bakteri türü gibi kopyalıyorlar.
Genlerinde tecrübe birikim bilgi düşünce olsaydı bunu yavrularında ya da metinlerinde görebilirdik onlar da eşleyici kopyalayıcı bakteri türü.
Muz isteyen maymun karnı doyduğunda tımar edilmek de ister, Orhan Pamuk ‘muzlarını’ bitirmiş görünüyor şimdi hepimizden adını geçirerek ‘tımar’ bekliyor.
Kanzi adlı ünlü bir maymun, önüne konulan klavyeyle yüzyirmi ayrı simgenin dilini çözmüş. Muz mu istiyor klavyede bir tuşa basıyor. Takla atıp yuvarlanmak mı istiyor klavyede bir tuşa basıyor. Arkadaşlarıyla boğuşup şakalaşmak mı istiyor tuşa basıyor. Kovalamaca mı istiyor tuşa basıyor.
Orhan Pamuk Kanzi’nin bütün becerilerine hakim, ancak.
Kanzi, kendisini inceleyen bilim adamlarına hiçbir zaman benimle neden ilgileniyorsunuz diye sormuyor, amacınız ne hiç demiyor, ben kimim hiç demedi, kapısını açıp ziftlendiği buzdolabının ne olduğunu hiç merak etmedi (Ian Leslıe, Merak kitabı.)
Orhan Pamuk da hiç merak etmedi, şimdi Can Dündar’ın tutukluluğu son romanının reklam günlerine gelince çok sevinmiş olmalı, basma kalıp özgürlük lafı kopya birkaç cilalı cümle, hepsi bu. Özgürlük dediklerinde ülkeye özgürlük mü gelecek, ama özgürlük deyince ülkeye özgürlük geleceğine inanıyorlar çünkü kendilerini Tanrı gibi görüyorlar, ‘ey kullarım özgürleşin’. Bir yazarın okuyucuya saygısı varsa önce bir okuyucu yetiştirmeli, hukuk bilim felsefe hikayeler metinlerle düşünen beyinlerin önünü açan zevkli akıllı imgelerle kafada kalıcı öğretici yüzlerce yazı yazmalı. Özgürlük denince özgürlük olacağını sanan kopyalanan bu Tanrı bakteri bu türleri medyamız şöhret etti.
Bir yazar için asıl zorluk kitlelerin eğitim anlama seviyelerini artırabiliyor muyum sorusudur, böyle bir yazın-uğraş-düşünme dertleri hiç olmadı.
İstediğiniz kadar yırtınıp yeter artık ‘kendinize değil’ biraz yazdığınız metne yatırım yapın diye söylenin, duymayacaklar, metnin heyecanına duygusuna kurgusuna bilgisine şaşırtıcılığına eşsizliğine odaklanın, diye yalvarın, hayır, umurlarındadeğil, metinlerine maç kapılarında satılan tükürük köfte kadar bir özeni hiç göstermezler.
NEDEN MODEL OLAMADI
Nobel aldığı halde neden bir ilham kaynağı olamadı, neden kitapları hiç satmıyor, neden model bir şahsiyet gıpta edilen taklit edilen bir kimlik geliştiremedi, çok ciddi bir soru değil mi, kendisiyle bu ülkede onbinlerce kez ropörtaj yapılmış, bu kadar zaman para enerji kaybı üzerinde hiç mi düşünmeyelim? Dün onu göklere yükseltenler bugün neden sus-pus, hiç mi sormayalım?
Reklam ve hep banacılığın rantı faydaları önceleri yazarın başını döndürür ve sizi kelebekler gibi yükseltir, ama sonra, boş metinler ağır hantal cümleler cehaletinizi ortaya koyar ve bütün geçmişiniz ve kimliğinizi kirletmeye başlar, dipsiz bir kuyuda reklam marifetleriyle kımıl kımıl açılıp şişip uzayan büzülen bir solucana dönersiniz.
Düşünme yorumlama aktarma kabiliyeti hiç olmayan bir fırıldakla karşı karşıyayız.
Edebiyata okuyucuya ve başkalarına hiçbir faydası olmayan metinler yazıp yine de ‘başarı’ kazanmak, sadece edebiyatı ‘sömürmektir.’
Her yazarın enerjisini alıp beslendiği ortak bir külliyet ortak bir hafıza vardır, ve bu besinleri, insanlık meselelerinde trajedilerde romanlarında görmek zorundayız. Ya da zihinleri bilgiye estetiğe aç insanlar hep bu ‘besinleri’ arar ve ama maalesef her defasında ‘kandırıldıklarını’ görürler, işte bu düpedüz sahtekarlıktır.
Orhan Pamuk ilk yazarlık devresinde aldığı büyük şöhretle ‘bunadı’, erken bunama, öyle ki ‘entelektüel acılarla’ hiç işi olmadı, entelektüel meraklar peşinde hiç koşmadı.
ŞÖHRETLE YÜKSELEN GERÇEKLE MESAFESİNİ KAYBEDER
Ünlü bir modern hikayedir, televizyon takdimci ve programcısı John Lloyd hayatı boyunca hep şöhretiyle ilgilenir ve hiç kitap okumaz. Olağanüstü bir şöhret tanınırlık sağlar. Ancak bu ünlü TV programcısı bir gün depresyona girer ve hayatın anlamı üzerine düşünmeye başlar. Hızla okumaya başlar, ki, çok geç kalmıştır, ama kitap dağları devirir. Tipik bir Orhan Pamuk hikayesi, şöhreti satmayı ve reklamı hiç değilse birkaç yıl bırakıp, birazcık olsun okusaydı keşke, ve okuyucu da metinlerinde bu besinleri görebilseydi.
Bizler de açıp metinlerini sevelim sevmeyelim bakın ne güzel anlatmış, şurda bakın ne güzel ifade etmiş, diyebilmeliydik.
Şöhretle yükselenler ‘gerçekle’ aralarındaki mesafeyi kaybeder.
Ve birgün yetersizlikleri kafalarına dank edince, o boş kafaya tabanca dayamaktan başka şansları kalmaz, Orhan Pamuk’un bir onur hesaplaşması olarak kafasına tabanca dayaması komiktir, sanırım bu benzetmeye sizler de güldünüz, çünkü tarih kafasına tabanca dayamış ‘hırsız’ tanımamıştır.
‘Merak’ kitabı anlatıyor, Amerika’da silahla ilgili şöyle de sorunlar var, babalarının silahıma asla dokunma uyarılarına rağmen heryıl yüzlerce çocuk merakından babasının silahını alır ve boşluğa doğru patlatır.
Orhan Pamuk şöhret merakı için boş kuru sıkı patlatmayı çok seviyor, elinde değil, yine patlatıyor, çünkü ‘ilgi odağı’ olmak istiyor.
İlgi odağı olmak bir yazarı zamanla amaçsızlığa sürükler, şu an Orhan Pamuk’un reklam için yırtınıp kendini parçalaması artık amaçsızlaşmış bu böyük yazar sonunda eşek ölüsüne dönüşmüştür.
Okunur okunmaz hemen unutulan yazarlardan zihinde uzun süre kalmayan metinlerden bu ülke bir zamanlar nasıl bir zevk duymuş, sizce de tuhaf değil mi?
Endişeli ve huzursuz yeteneksizlerin kendilerini ‘oyalama’ taktiğidir reklam, kendilerini erteleye erteleye nereye kadar, reklam boşlukları hayatın tümünü istila etmiş, ortada yazı ve yazarlık hiç kalmamış.
Ahlak ve onur öğrenmeden lisan öğrenen yazarları kimse ciddiye almaz, bunun en güzel örneği Orhan Pamuk ve çakması Elif Şafak’tır.
Sahilde genç bir adam altında ne var diye bir çakıl taşını kaldırsa bu lisancı yazarların romanlarından daha çok şey öğrenir hayat ve dünya hakkında.
Oysa bir yazar her gün yeni su kaynakları bulabilmeli.
Hergün peşine taktığı kitleleri nehir kıyılarına taşıyabilmeli.
‘Hep bana’ ve ‘reklam’la sürdürdükleri yazarlıklarına okuyucuları ebediyen aldatacaklarına inanmış, bu kadar ahmak bir yazarlar topluluğu.
BALIK BİLE DIŞARI BAKAR
Oysa bir balık dahi bazen dünyayı merak edip başını sulardan kaldırıp dışarı bakar.
Hatta türümüzün atası balığın yürümek için solungaçlarını ayak gibi kullandığı Darwinci iddiadır, beyninizi düşüncenin kaslarını birazcık zorlayın, yok, dönüp geriye külliyatlarına bakın metinlerine bakın, elde var sıfır, bomboş, sanıyorlardı ki şeyhleri derya deniz cemaatlerinde zibil gibi para medyaları hep ödül başarı şöhret dağıtacak, Ahmet Hakan dahi dalgasını geçiyorsa, bu rüyanın dibi göründü, yok şöhretin de denizi tükendi.
Çünkü edebiyat her yazarını ele verir, biyolojisinin beyninin bilmediğimiz sınırlarını ve sırlarını. Kafa konforundan başını dışarı hiç çıkartamamış bu yazarların bunca kitabı bunca konuşmalarına rağmen, beyinlerini ve nasıl bir beden taşıdıklarına hiç şahit olamadık.
Tarih, eleştiri, okuyucu, insana sorar, baba sen ne anlatıyorsun, ne beyin var ne beden ne düşünce, ama ortalıkta dahice bir usta pozlarıyla konuşup duruyorsun. Bir beynin varsa al bir düşünceyi ve satır satır gezdire gezdire bize bir anlat da görelim, siyaset bilgin nedir edebi bilgin nedir kurgun nedir, zekan nedir, bir anlayalım.
Bu boş beyinlere en çok sevdikleri raitingden bir hesap soralım, alayı valayı bırakın kendinize karşı söylenen her lafa ‘aydın düşmanlığı’ diyorsunuz, aydınsanız, önce sizin metinlerinizi görelim, ne üretmişsiniz ya da sizlerin bir metnini kaç kişi okuyor, mesela bu satırların yazarını kaç kişi okuyor, o kadar medya ve reklam şansına rağmen neden yazılarınız bu satırların yazarının yüzde biri kadar dahi değil, aydınlara savaş açan o titanik medyanıza kaç defa buz dağlarına çarpacaksınız uyarısı yaptık, işte sonunda buzlu sulara hep birlikte gömüldünüz.
Henüz okumadığım ve yazmadığım ilk gençlik günlerinde bir ağacın üstüne çıkıp şöyle etraflıca dünyaya saatlerce bakmayı çok severdim, sonra Ankara’ya geldim, üstüne çıkıp dünyayı seyredeceğim bir ağaç bulabilseydim belki de yazar olamazdım.
Hadi siz de dünyayı gördünüz biz de gördük, söyleyin ne gördünüz, şöyle geriye doğru beş sene on sene otuz sene, her bir metnimize girelim, aydın düşmanlarını birlikte tanıyalım. Dünyayı merak etmeyecek dünyayı görmeyecek ve şöyle kelime kelime tane tane bilgiyle düşünceyle cazibesiyle büyüsüyle anlatamayacaksanız, niçin yazar oldunuz?
UFKUNA BAKMADIĞINIZ İNSANLARIN GAZETELERİNE REKLAM
Kırk yıldır Ankara’dayım ama hala arkasını yol bulup gidip görmediğim Trabzon Maçka’da bir dağ hayalimden hiç çıkmaz, her yazarın vardır böyle arkası bilinmez bir dağı. Belki ceylanlar belki ütopik belki şarkı söyleyip danseden insanlar yaşıyor o dağın arkasında, bir yazar, o bilinmeyen yere yazar, siz kime nereye hangi dünyaya hangi rüyaya yazıyorsunuz.
Onur ve ahlakını satarak yola çıkanların ardını merak edeceği bir dünya bir hülya rüya dağ masal hikaye kalmaz.
Ve kimse yüzüne doğru ‘eee sonra ne oldu?’ demez.
Bir yazarı okumaya başlayınca bir okur kendini çocukluğunda hiç olmamış neşeli oyuncakların içinde bulmalı.
Bir yazar hiç tanımadığı okuyucusunun o hiç olmamış masalsı oyuncaklarını tanıyabilmeli.
Çok zor çok zahmetli bir soru değil mi?
Kolaydır aslında, okuyucunun nereye baktığını hangi ufka yöneldiğini bilirseniz.
Şimdi ufkuna hiç bakmadığınız insanların gazetelerine büyük büyük reklam kampanyası düzenliyorsunuz, Sözcü’de Yılmaz Özdil’in yazısının altında kocaman Orhan Pamuk suratı.
Ufkuna hiç bakmadığınız insanlardan bu reklam kampanyasıyla talep ettiğiniz istediğiniz nedir?
Çok satış mı, al senin olsun.
Yoksa?Kendi ufuklarına bakan o insanların yüzündeki onur ve ahlakı mı kıskanıyorsunuz yoksa sayısal çokluklarını mı?
Yazık, bunun için çok geç kaldınız.
Bir yazar at koyun değildir ki doğar doğmaz yürümeye başlasın. Siz doğduğunuz gün yürütüldünüz ve buna hiç şaşırmadınız.
Biz insanlar ise önce evimizin önünde odamızın içinde sürünmeye başlarız, sürüne sürüne yürümeyi öğreniriz.
Doğduğu gün yürüteçle yürütülenler bir daha evlerinin yolunu bulamazlar.
Biz o evin eşiğinde o kadar süründük ki dünyanın bir ucuna gitsek de o evin hayalinden umutlarından sevincinden mutsuzluğundan kurtulamayız.
Birileri henüz doğduğunuz gün dilinizi çözmüş şifrenizi çözmüş konuşturmuş, ona buna iftira onu bunu itham, altını doldurmaya zekanızın yetmediği ne çok şey söyletmiş size.
Bizler de konuşmaya başladık ama yıllarca de de de ne ne ne diye heceleye heceleye öğrendik, ülkemizin adını, insanlığın adını, onurun direnişin adını ahlakın adını.
Birilerihenüz doğduğunuzda ağzınıza biberonu dayamış, ne tatlı ne güzeldi o hanlar hamamlar dolusu servetler, o servetleri şöhretleri şeyhinizin dibi dibinde şeyhinize yalvararak edindiğinizi The Guardıan biliyor mu?
Ve sonunda anne sütü emmemiş her çocuk gibi biyolojik bir eksiklik kendini göstermiş, düşünme beyin yorumlama anlatma hikaye etme kabiliyeti, hiç yok, ama hepsinin karnesi ‘Pekiyi’ dolu.
Kim doldurdu bu Pekiyi’leri.
Reklam biberon reklam biberon şeyhim medyam şeyhim medyam.
Sizin gibi yazarları çok iyi tanıyor Amerikalılar İngilizler mesela The Guardıan…
Yeni bir ceza uygulaması, hapis yerine, elektronik kelepçe takılıyor, merkezden, orda olup olmadıkları kontrol ediliyor.
Elektronik kelepçe takılmış yazarlar, sürekli öğretilen kekelemeleri her ropörtajda dile getirip mekandan ayrılmadıklarını merkeze göstermek zorunda.
Hırsızlıkta suçüstü yakalanmış bay yazar, ülkesine halkına iftira eden bay yazar, sadece bu topraklarda değil, bütün coğrafyalarda, o elektronik kelepçeleri kıran insanlara, yazar denir.
Genç yazarlar bu zavallıları iyi tanıyın, kendi hayatlarınızı kurtarın.
Düşüncenin konuşmanın riskini tehlikesini acılarını hiç yaşamamış yazarlar kendi istedikleri zaman konuşamazlar kendi istedikleri zaman yazamazlar, kurulmuş pilli bebekler.
Ahlak ve onur iradenin ürünüdür, sizi kuranlar işte tam da bir insan evladının en hayati can veren damarı burasını unutmuş.
Genç yazarlar!
Bir ülke otuz yıldır manşete çekip büyüttüğü bu hantal beceriksiz yazarlarından şimdi neden utanıyor, bir daha sorun, ibret alın!
Yazamayan çizemeyen düşünemeyen hikaye edemeyen ama kendilerinden başkasına da aydın diyemeyen bu eşleyici kopyalardan olmayın.
Pilleriyle kurulup sürüldükleri savaşı kaybeden onlar ama bu savaşın acılarını endişelerini çeken ve yaşayan bizler ve denizlerimizde boğulan milyonlar!
Nihat Genç
Odatv.com