Yürürlükte olan Anayasamızın 136. Maddesi; “Genel İdare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, Lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanunda gösterilen görevleri yerine getirir” hükmü ile Diyanet İşleri Başkanlığının uyması gereken ilkeleri belirlemiştir.
Ancak bu “Anayasa Hükmü” kurumu tatmin etmemiş olacak ki, resmi sitelerinde kendilerini, “Cumhuriyet’in bir kurumu olmakla birlikte, tarihsel kökeni itibarıyla şeyhülislamlığa dayanan ve onun geleneksel misyonunu sürdürmek üzere kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı” diye tanımlanmakta ve her hafta akla ziyan, saçma-sapan fetvalar ile sosyal medyanın eğlence konusu olmaktadır.
Hiç derdimiz kalmamış, yapacak işimiz yokmuş gibi, geçen hafta verdiği fetvada;
“Mecbur değilsen kaşını, bıyığını, tüylerini aldırmak günahtır. Ama psikolojini bozacak kadar kötüyse aldırabilirsin” dedi!
Kaş/Tüy/Kıl üzerine verdikleri bu fetva, ya adeta son derece bağnaz bir Katolik din adamı tarafından kaleme alınmış bir yazı, ya da dinler arası diyalog açılımını yapan Paralel yapının yeni bir kumpası olmalıdır!
Kaş/ Tüy/Kıl meselesine Diyanet gibi değil de, gerçek yönüyle bakarsak;
Vücuttaki tüylerin (kaşlar dâhil) tamamının kazınmasının eski Mısır medeniyetine kadar inen bir geçmişi vardır. Mısır iklimi göz önüne alındığında son derece hijyenik bir uygulama olduğu kabul edilebilir. Daha sonra Roma İmparatorluğu da bu âdeti benimsemiştir. Vücuttaki fazla kıl ve tüylerin alınması o derece yaygınlaşmıştır ki, Roma Lejyonerleri tüm göğüs, bacak ve kol kıllarını da kazımışlardır!
Hıristiyanlığın yayılması sürecinde ise, Romalıların yaptıkları her şey Pagan dinlerle ilgilidir diye kabul edildiğinden, Hıristiyanlar vücutlarının hiçbir yerindeki kıl ve tüye ömürleri boyunca dokunmamayı ilke edinmişlerdir.
Hala plajlarda koltuk altı tüyleri, dirseklerine kadar uzamış koyu Katolik hatunlar görürüz! Bu katı Katoliklerin uyguladığı ve hijyenik açıdan doğru olmayan adet, diğer Hıristiyan mezhepler tarafından itibar görmemiştir.
Peki, İslamiyet’te durum nedir?
Ömer Nasuhi Bilmen ’in “Büyük İslam İlmihali” adlı eserinde şöyle denilmektedir;
“Koltuklarda, kasıklarda bulunan tüyleri yolmak veya tıraş etmek müstehabdır. (Müstehab=sevilen, beğenilen, iyi) Bunlar haftada veya on beş günde bir temizlenmelidir. Bunu kırk güne kadar uzatmak, harama yakın mekruhtur.”
Bunun dışında kıl ve tüylerle ilgili olarak “Müslümanlar için uzayan tırnakları ve fazla uzayan bıyıkları kesmek müstehabdır. Sakalda sünnet olan, bir kabza miktarı uzun olmaktır. Ondan fazlasını kesmekte bir sakınca yoktur” denmektedir.
Kısaca, ciddi ciddi araştırınca, kadınların kaş ve bıyık almasının neye dayandırıldığını anlamak, açıklamak olanaksızdır. Olsa olsa bu “uydurulmuş İslam” ile Katolik Hıristiyanlığın uyum çalışmaları kapsamında açıklanabilecek bir konudur.
Diyanet bunlar gibi gereksiz ve saçma işlerle uğraşacağına dünya gerçekleri ile uğraşsa olmaz mı?
Ömer Nasuhi Bilmen ‘in aynı eserinin sayfa 429 ve madde 136’da okuduğum bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum;
“Büyüklenmek maksadı ile yapılan her şey mekruhtur, insaniyete yakışmaz. Onun için başkalarına karşı böbürlenmek ve zorba kılığına girmek maksadı ile pek kıymetli elbiseler giyilmesi, pek yüksek binalar (Saraylar) yaptırılması mekruhtur. Hele böyle bir davranış israf derecesine varırsa harama dönmüş olur. (1250 oda, olağanüstü olarak harcanan Örtülü Ödenek!)
Aklı kemal üzere olan kimse, yalnız gururlanmak için ve yalnız gösteriş için israfa düşmez.”
Diyanet İşleri yetkililerinin kılla, tüyle, uğraşmak yerine, dinimize göre Müslüman kişinin kendi parasını harcarken bile israfa kaçmasının haram sayıldığı gerçeğinden yola çıkarak israf konusuna ve nüfuz kullanarak zengin olan utanmazlar konusuna değinmesi herhalde daha iyi olacaktır.
Sağlık ve başarı dileklerimle 08 Şubat 2016
İLK KURŞUN