Kimdir, nedir muhtar?
Son günlerin en çok duyulan sözü. Muhtarlık, ülkemizdeki en küçük yönetim biriminin adı. Sözün kökeni Arapça. Dört anlamı var: Birincisi, seçilmiş – seçkin; ikincisi, özgür; üçüncü anlamı, idaresi kendinde olan; son anlamı da bizim kullandığımız anlam: Köy veya mahallede idari işlere bakmak üzere seçilen.
Muhtarın görevi, “belge satmak”, sattığı belgelerin ücretiyle de geçinmek, diye şakayla karışık anlatılır bu kurum…
İkide bir muhtarlarla toplantılar yapıyor iktidardaki AKP’nin son Cumhurbaşkanı, “Kaçak Saray” takma adlı yeni yerdeki, yeni yapıda… Cumhuriyet tarihi boyunca duyulmayan bir uygulama diyor buna siyaset bilimciler.
Muhtar adını, muhtarlık kurumu adını seçimden seçime, kırk yılda bir işimiz düşerse köyde, mahallede muhtara, ancak öyle duyardık… Şimdi neredeyse her gün gündemdeler…
Eski Türk filmlerinden bilirdik bir de muhtarı… Köy filmlerinden, ağalı mağalı, Doğu Anadolu’yu anlatan, oralarda geçen acılı, kavgalı filmlerden… Güldürüsü bile acı acı gülümsetirdi bu tür filmlerin. Muhtarlar, filmlerimizde açgözlü olurdu, karacahil olurdu, köyün ağası olurdu, ağanın adamı olurdu… Köylüye etmediğini yapmadığını komazlardı…
Köyün güzel kızlarına da gözkoyarlardı o biçim. Bir yandan kendileri, bir yandan oğulları kadına kıza sarkarlar, beyinleri belden aşağıya işlerdi… Evli olurlar, sulanırlar; bekar olurlar, sevdalıyı ayırırlar, güçlerini, paralarını çaresizler üzerinde kullanırlardı… Kısacası hep kötü adamı anımsardık muhtar denilince. Filmlerdeki köy muhtarı tiplemelerinin eğitimsiz oluşları, kabalıkları, ister istemez muhtarlıkla cahilliği, yetersizliği birleştirirdi algılarda…
Eski solcuların, sanat kollarıyla uğraşanların, yiyici yağlı kaymak tabakasının günümüzdeki durumuna, bunların bölücülüğüne, Cumhuriyet düşmanlığına bakarak şöyle de düşünebiliriz: Belki de, bir zamanlar maske takan, kendini açık etmeyen, tanıyamadığımız vatan hainlerinin bir marifetidir muhtarlık kurumunun film ve romanlarımızda böyle hep aşağılanması, muhtarların kötü gösterilmesi… Bir tür “Cumhuriyet” karşıtlığıdır… İncelenmeye değer bir konu.
“Muhtar bile olamaz!” sözü de yaygındır. En beceriksiz, en yetersiz insana, bu kişi bir de anlaşılmaz bir şekilde yükselirse”, ” Muhtar bile olamaz denirdi, bak ne oldu?” denmez mi?
Arkadaşlar, takılırlarken birbirlerine, “Hocam” der gibi, ”Muhtar” takma sanıyla da seslenirler, duymuşsunuzdur: “Muhtar nasılsın?” “ Bakın bizim muhtar gelmiş…” Hem küçümseme, hem alay etme, ince bir iğneleme vardır bu seslenmede… Toplumun muhtarı küçümsemesinde, muhtar olmak için bir eğitim belgesi aranmaması, okuma yazmanın yeterli sayılması da rol oynamış olabilir… Kaymakam, vali yüksek eğitimden geçer, muhtarın okula gitmesi bile gerekmez… Hem artık çağımızda okuma – yazma bilmek diye bir kavram yoktur. Okuma yazma bilmeyen olur mu? Çağdaş ülkelerde herkes mecburi eğitimi bitirir, en az dokuz – on yıl okula gider. Bizde, hiç okula gitmeyen biri, bırakın eskiyi, günümüzde de muhtar olabilir, öğretmene bilgiçlik taslayabilir, köyü yönetebilir, köyün gelirini giderini, geleceğini belirleyebilir… Oysa bizim yasalarımıza göre de okula gitmek zorunludur, ilköğretim mecburiyeti vardır. Muhtar olmak için bu çağda, bu yüzyılda, eskisi gibi, ilkokul diploması bile istenmiyor ülkemizde, bu nasıl iştir?
Bu kurum son yıllarda hep gündemde. Bu kurumun günümüzdeki varlığı tartışılacağına, tam tersi, kurum daha da güçlendiriliyor. İktidar, muhtarları oy uğruna kullanmak istiyor. Onlardan iktidarın çıkarları için çalışmaları bekleniyor…Şimdi bu kurumun parlatılması, muhtarların durduk yerde böyle maaşa bağlanması, yüz lira altındaki küçücük devlet ödeneğinin bir anda bin üç yüze çıkarılması, bu kişilerin her türlü masrafları karşılanarak ha bire salonlarda bölük bölük toplatılması, “Ben sizin paranızı arttırdım siz de benim başkanlığıma çalışacaksınız!” demek içinmiş. Yirminci muhtarlar toplantısında bunlar açıkça dendi, kulaklarımızla duyduk.
Bizim geleneksel yönetimimizde muhtar şudur:
Muhtar, köyde devleti temsil eden en küçük birimdir. Muhtar köy işlerinde köyün temsilcisidir. Köy muhtarının çalışmalarını, eskiden, önce bucak müdürü (bu birim sonra kaldırıldı), sonra daha üstteki kaymakam, en üst düzeyde de vali denetlerdi; yönetim birimlerimizle oynanmadan, köyler, ilçelerin mahallesi durumuna çevrilip ilçe merkezlerine bağlanmadan önce… Köyleri – köylüyü koruma, köylünün yabancıya toprağını kaptırmaması için, egemenliğimiz için, kötü niyetli toprak satışlarını önlemeye yönelik özel hazırlanan köy yasaları yakın zamanda bir biçimde kaldırılıverdi. Sonra şu an yine köy muhtarı var, seçimle köyün yönetiminin başındalar ama köye de köy denmiyor artık, yeni adları, mahalle.
Yine eskiden, muhtar köyde devleti temsil ederken, köyde hem kolluk gücü gibi çalışır; bilgi toplar, şüpheli kişileri jandarmaya haber verir, sağlık memuru gibi çalışır; salgınları sağlık kurumlarına duyurur, doğanı, öleni köyün nüfusuna yazar, evlenme işlerini, askerlik yaşı gelenleri, okula gitmesi gerekenleri ayrı ayrı ilgili kurumlara bildirirdi… Köyün eksiklerini, köylünün dileklerini bir üst yere duyurmak da muhtarın göreviydi… Muhtar, köy ihtiyar heyetinin de başkanıydı.
Şu an köyler mahalle sayıldığına göre tüm muhtarlar artık mahalle muhtarı, eski durumları çoktan tarih oldu…
Yine eskileri anımsarsak, eğer kentliysek, köyde, beldede yaşamıyorsak muhtarla pek işimiz olmazdı. Taşınanların, bir yerden bir yere göçenlerin, polisle, nüfusla işi olanların… dışında muhtarlığın yerini bilen söyleyin, çıkar mıydı? İlde, ilçede yaşıyorsak, taşınınca, yeni mahallemize kayıt olurken, oturum belgesi gerektiğinde, bir şekilde oranın mührüne ihtiyaç duyduğumuzda muhtarlık diye bir kurumun olduğunu anımsardık. Muhtarlar ücretlerini, yaptıkları işin yoğunluğuna – emeklerine göre alır devlete yük olmadan işlerini görürlerdi… Kentlerdeki mahalle muhtarları, genellikle okumuş, bilgili, geçimleri iyi sayılan kişilerden seçilirdi. Muhtarlık bir geçim kapısı değil, hizmet kapısı derlerdi… Yasalara göre, muhtarın siyasi partilerle bağı olamaz, siyasi partiler muhtar adayı gösteremez, muhtar adayı, adaylık başvurusunu kendi yapardı.
Yine herkes bilirdi, muhtarlar devletten pek bir para almazlardı almalarına da yine de iyi para kazanırlardı. Muhtarlık için yarışılırdı… İçlerindeki iyileri, doğruları ayrı tutalım, yalansa yalan diyelim: Özal’ın dediği gibiydi bazıları. Özal’ın o ünlü, rüşvetçiliği, üçkağıtçılığı, yolsuzluğu kollayan “Benim memurum işini bilir” sözünüaratmayanların çok olduğunu duyardık. İçlerindeki çiğ süt emmişleri, tıpkı diğer yozlaşmış yöneticiler gibi, mühürleyecekleri kâğıtlar için ne rüşvetler alırlar, çıkarları için ne kemikler yalarlardı kulaktan kulağa anlatılırdı…
Şimdi, bilmezden geliyoruz, üç maymunu oynuyoruz hep birlikte ama aslında iyi biliyoruz:
Türkiye Cumhuriyeti, 14 yıldır, bu iktidar başa geldiğinden beri artık eski durumunda, konumunda, Cumhuriyet kurumlarının korumasında, denetlemesinde değil…
Her yasamız, her kurumumuz yıldan yıla değiştirildi.
AKP’nin iktidarıyla yavaş yavaş yönetimimiz değişti.
Cumhurbaşkanlığı makamı, hangi kapalı kapılar ardında alındığını bilmediğimiz kararlarla, tartışılmadan, konuşulmadan, toplumun önünde oylanmadan Çankaya Köşkü’nden alındı. Cumhuriyet’in kuruluşundaki tarihi yapıya kilit vurularak, kapısındaki Cumhurbaşkanlığı simgesi yerinden sökülerek götürüldü, saraylara öykünerek yeni yapılmış, saray taklidi yapılara takıldı. Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nün kır evi anlamına gelen köşk adı Çankaya’da bırakıldı, yeni yerin adı, Atatürk Orman Çiftliğindeki yerin adı nasıl olduysa, Çankaya’ya benzetilerek, Beştepe, binanın adı da “Külliye” diye Arapça bir ad oluverdi, saltanat dönemlerindeki gösterişe dönüldü. “Külliyeyi”, Osmanlı devleti zamanında Arap vilayetlerinde bazı medreselere üniversite karşılığı verilen ad diye açıklıyor Mustafa Nihat Özün’ün yazdığı Osmanlıca/ Türkçe sözlük. Cumhuriyet’in kaldırdığı medreselerin Arapça adı, Cumhurbaşkanlığı makamının yeni adı.
Değişmeler bununla bitmedi. Milli eğitimimiz, yasamayı, yürütmeyi denetleyici yasalar, askerin yasaları, belediye yasaları, akla gelen gelmeyen her kurumumuzun yasası, konumu, yapısı değiştirildi…
Yönetim şeklimiz de çoktan değişti. Ülkeyi başkanlık sistemiyle yönetiyorlar. Tek adam, iktidar partisinin sözcüsü olarak, her türlü kararı tek başına veren, sınırsız yetki kullanan biri olarak başta. Bu uygulamanın adı Anayasa’ya da girerse bölücülerin istediği yapının, bölünmenin yasal zemini bulunacak…
Üç yıl önce, zamanın bakanı muhtarları İzmir’de, Atatürk stadyumunda topluyor, bugünleri muştuluyor: Muhtarlık tanımı değişecek, yeni bir yapılanmaya geçilecek, muhtara devletten maaş bağlanacak.”
Daha sonraları da muhtarları böyle alanlarda toplama sonra sık sık yinelenecek, duya duya alışacağız, kanıksanacak…
Muhtarlara şu anda gösterilen bu özel ilgi, Cumhuriyet karşıtlarında gözlemlenen Osmanlı’ya özlemden de ileri geliyor olabilir. Osmanlı devletinde yönetimde önemli yer tutarmış muhtarlar. Cumhuriyetle bir ara bu birim kaldırılmış (1933), sonra yeniden konmuş (1944). Günümüzde ise elektronik ortamın sağladığı kolaylık nedeniyle çoktan beri bu birimin gereksiz olduğu, bu görevi belediyelerin kaymakamlığın tümden alabileceği söyleniyor.
Bir de şu var: Kırsal alanda muhtarlara başkan muamelesi yapılır, onlar da kendilerini böyle görürler, aba altından sopa göstererek istediklerine kök söktürürler…
Gelelim, bir günde dokuz şehidin verildiği dokuz Şubat’ın ertesinde yapılan, yine kaç şehidin verildiği en son muhtarlar toplantısına:
Seçilmiş sanlı AKP’li Cumhurbaşkanı, adları Arapça’da seçilmiş demek olan muhtarlarla konuşuyor. Önce iktidarlarını övüyor. “Kardeşlerim” diye sesleniyor en küçük devlet birimindeki görevlilere… “Eski Türkiye’yi hatırlarsınız değil mi?” diye başlayarak iktidar sözcüsü gibi konuşuyor. Muhtarlara verilen yeni maaşı hatırlatıyor. Söyletmek için bilmezden gelerek, “Eski maaşınız neydi?” diye soruyor. Muhtarlara yeni görevler veriyor:
“ Bizi destekliyorsanız, mahallenizde, köylerinizde bu gerçekleri tekrar tekrar anlatmalısınız.”
Arapça beyitler okuyor tek bir kişinin anlamadığı. Ardından Türkçeye çeviriyor. “Yahu” diyor, “yaraları kaşıyarak” diyor, “Helga” diyor, “Corc” diyor, “ey Amerika” diyor…
“İnşallah sizlerle beraber yeni Türkiye’yi inşa edeceğiz. Yeni Türkiye’yi ihya edeceğiz!”
Tembihliyor:
“Bunları anlatınız!”
Gazeteci yazar Can Ataklı bu sabah televizyonda, bu muhtarlar toplantısında denilen, “Ey Amerika!” seslenilişini soran sunucuya, kısa ve açık söylüyor:
“Kime konuşuyor? Muhtarlara. Muhtarlar nerede otururlar genellikle? Kahvede. Bir cumhurbaşkanı bir kahvede konuşma düzeyinde ülkenin en önemli sorunlarını tartışamaz! Bunu kimse ciddiye almaz! ”
Aynı anlarda da yayın kesilip Diyarbakır’a bağlanıyor, Diyarbakır Sur şehitleri için düzenlenen uğurlama töreni gösteriliyor.
Bir asker konuşuyor tok sesiyle:
Şehitlerin tek tek adlarını sayıyor, kısaca yaşam öykülerini okuyor: “Üzerinde yaşadığımız toprakların Türk yurdu olarak kalması aziz şehitlerimizin eseridir…” diyor.
Asker, her gün şehit uğurlarken…
Teröristin istedikleri, iktidarın ikinci başınca (başbakan) geçen gün açıklanan on maddeyle yaşama geçirilecekken…
Yeni Anayasa isteğinin halkımızın değil, yayılmacıların yüzyıl önceki emelleri olduğu, İstanbul Barosu başkanı Ümit Kocasakal’ın diliyle dersek, bunun “Atatürk Cumhuriyeti’ne Veda Anayasası” demek olduğu bu kadar açıkken…
Sınırımıza yabancı ülkelerden kim olduklarını bilmediğimiz yüzbinler yığılırken, Alman başbakanı bu göçmenleri tutmamız, Avrupa’ya gidişlerini önlememiz için, gelip önümüze para atarken…
Bugün yine üç şehit haberi alınmışken… Ülkemiz yangın yeriyken…
Bizim gündemimiz: Başkanlık, Anayasa… Bu konuşmayı ayakta alkışlayan, bu arada sırıtarak keyiflenerek özçekim yapan muhtarlarımız… Muhtarlara gösterilen, üstü, “Uzun adam seni seviyoruz “ yazılı özel güvenlikçi resimleri…
Muhtarların hepsi ayakta, hepsi hazırolda! Hepsi tek tip!
“Yola yatmışlar…”
“Dağ taş kar, onlar pek sefalı…”
“Böyle ağanın böyle olur hizmetkârı…”
Feza Tiryaki, 11 Şubat 2016
İLK KURŞUN