İlkokulu ite kaka yedi senede bitiriyor, gerisini okumuyor.
Yeşilçam’a çırak giriyor.
Film setlerinde çalışmaya başlıyor, getir götür işleri, dekoru şuraya yerleştir, ışığı şöyle tut filan, bazen figüranlık bile yapıyor. Eğlenceli, renkli bir dünya ama, sigorta yok, yevmiye az, ne yapsam diye düşünürken, bir arkadaşının okuldan arkadaşı olan Ziya Doğan’la tanışıyor, “malzemeci olmak istiyorum” diyor, Ziya “kaç senedir bu işi yapıyorsun?” diye sorunca “hiiç” cevabını veriyor. Ziya seviyor bu harbi adamı, “yarın sabah idman var, Şeref Stadı’na gel” diyor.
*
Geliş o geliş.
*
Süreyya…
35 senedir Beşiktaş’ta.
*
İki evladı var. İkisinin de doğumunu göremiyor. İlk evlat mesela… Eşi hamileyken, Beşiktaş Kıbrıs’ta kamp yapıyor, hoca Gordon Milne, şak, haber geliyor, yenge doğum yapmış, erkek evlat dünyaya getirmiş. Daha 22 gün Kıbrıs’ta kalmaları lazım. Bizimki arıyor eşini telefonla, “oğlanın ismini koymayın, kamp bitince maçlar başlayacak, ilk gol atanın ismini koyacağım” diyor. Neticede dönüyorlar Kıbrıs’tan, sezon başlıyor, ilk hafta Trabzonspor, 0-0… İkinci hafta Gençlerbirliği, 0-0… Araya milli maç giriyor, mecburen 15 gün de böyle geçiyor. Üçüncü hafta Karabükspor, kadrosu zayıf, “en az 3-4 atarız” diye düşünüyor. Maç başlıyor, Beşiktaş hakikaten gol atıyor ama, Walsh atıyor iyi mi… Bizimki devre arasında Metin Ali Feyyaz’ın yakasına yapışıyor, “Allah aşkına biriniz gol atın” diye yalvarıyor, “sen merak etme abi” diyorlar. İkinci yarı başlıyor, dakika 90, gene Walsh atıyor iyi mi… Bizimki ağladı ağlayacak. Soyunma odasına giriyorlar, Metin Ali Feyyaz teselli etmeye çalışıp, “sıkma canını, haftaya Bursa maçı var, orada atarız” diyorlar. Bizimki patlıyor… Boşversenize birader diyor, oğlan nerdeyse askere gidecek, sizin yüzünüzden hâlâ ismini koyamadık… Arıyor tekrar eşini, “bunların gol falan atacağı yok, oğlana babamın ismini koyun” diyor. Şevki Yasin nihayet ismine kavuşmuş oluyor.
*
İkinci evlat, kız… O sırada İsviçre’deler, hoca Del Bosque… Acayip yağmur yağıyor, Süreyya futbolcularla birlikte sırılsıklamken haber geliyor, yenge doğum yapmış… Herkes tebrik ediyor, Del Bosque yanına çağırıyor, bi şeyler söylüyor, bizimki anlamıyor, tercümanı çağırıyor, meğer Del Bosque “yağmur yağıyor, kızının ismini Yağmur mu koydun?” diye soruyor. Süreyya tamamdır valla diyor, eşini arıyor, “kızımın ismini Del Bosque koydu, Yağmur olsun” diyor.
*
Müthiş matrak anıları var. Bi gün Antalya’da kamptalar, hoca Tigana, Efes Kupası oynanıyor, rakip Galatasaray… Yedek kulübesinin hemen arkasında oturan bir taraftar habire saydırıyor, Tigana’ya küfür ediyor, Tayfur’a yaşlısın diyor, Okan’a sen Galatasaraylısın diyor, Sergen’e git at yarışı oyna diyor. Bizimki dayanamıyor, “arkadaş maç daha yeni başladı, ayıp ediyorsun, herkes rahatsız oluyor, otur efendi gibi seyret, yoksa polis çağıracağım” diye uyarıyor. Arızalı taraftar bombayı patlatıyor, “bıyıklı sen çok konuşma, senelerdir maçlara geliyorum, hep yedeksin, insan bir gün oyuna girmez mi” diyor!
*
Herkes onu yedek kulübesinden tanıyor ama, eski dönemlerde maç sırasında soyunma odasında otururdu. Çünkü, gençler hatırlamaz, eskiden stadyumlarda güvenlik yoktu, polis yoktu, kapıları kırıp eşyaları çalarlardı. İşte bu yüzden, Süreyya maç sırasında soyunma odasında otururdu. Düşünsenize, binlerce kişi tribünlerde, futbolcular sahada, bir adam soyunma odasında tek başına… Küçücük bir radyosu vardı, maçı oradan takip ederdi. Bana ne demez, futbolcuların özel eşyalarının başında nöbet tutardı. İş ahlakı, iş disiplini konusunda, hakkında tez yazılması gereken biridir Süreyya.
*
Kaç ülke gördüğünü hatırlamıyor. Kore’de trafik kazası geçirdi, hayati tehlike atlattı, yine de hastaneye gideceğine takımının yanına koştu. 35 senedir, arka arkaya iki gün bile izin yapmadı. Sabah 7’de idman sahasına geliyor, akşama kadar… Sabah idmanı olmasa bile, saat 7’de işinin başında oluyor. Teknik direktörler haftalık programı kapıya asıyor, Süreyya bir kopyasını alıp, eşine götürüyor, evinin kapısına asıyor. Hayatı yollarda, deplasmanlarda geçiyor. Bir gün eşi telefon ediyor, “akşam eve gelirken meyve getir çarşıdan” diyor. Bizimki cevap veriyor, “ne meyvesi hanım, ben Diyarbakır’dayım!”
*
Schumacher’in ilk geldiği sene Fenerbahçe’yle maç var, Kadıköy’de… Efsane Alman kaleci gazetecilere açıklama yapıyor, “bana ilk golü atana, altın saat hediye edeceğim” diyor. Beşiktaşlı Ferdinand şırrak diye atıyor. Bizimki gidiyor Ferdinand’ın yanına, “sen ne yapacaksın altın saati, ben alayım senin yerine” diyor. Ferdinand da tamam, senin olsun diyor. Bizimki Fenerbahçe’nin soyunma odasına gidiyor, ölü evi gibi tabii, moraller sıfır… O sırada Fener’in kaptanı Oğuz… Bizimki gidiyor Oğuz’un yanına, “saati almaya geldim” diyor. Oğuz da “erkeksen git kendin söyle” diyor. Bizimki gidiyor Schumacher’in yanına, eliyle bileğini işaret ederek, saati rica edeyim diyor. Schumacher ayağındaki kramponu çıkarıyor, Süreyya’nın kafasına fırlatıyor, koridorda kovalıyor, zor alıyorlar elinden… Bizimki hiç istifini bozmuyor, elinde kramponla gidiyor Ferdinand’ın yanına, “saat olmadı, istersen krampon vereyim” diyor.
*
Heavy metal müzik meraklısı olan Queresma’ya Ümit Tokcan, Sabahat Akkiraz, Arif Şentürk dinletiyor. Yabancı futbolculara Kemal Sunal filmleri izletiyor, her deplasmanda o yöreye ait Türk yemeklerini tanıtıyor, tattırıyor. Binlerce taraftarla karşılanan ama, sorunlu ayrılan Toshack’ı havalimanında tek başına uğurlayacak kadar vefalı bir sportmen o… Tek kelime yabancı dil bilmediği halde, yabancı topçularla sohbet ediyor, fıkralar filan anlatıyor, inanmakta güçlük çekeceksiniz ama, ne anlattığını anlıyorlar.
*
Beşiktaş maçına ilk defa yedi yaşındayken, dayısı tarafından götürülmüştü. Rakip Altay’dı. Sahada iki tane siyah-beyaz takım vardı. Hangisi bizimki diye sordu dayısına… Formasında “kartal” olandı. Macera işte böyle başlamıştı.
*
Ve, yıkılmadan önce son maç, İnönü stadındaki veda maçı… Soyunma odasında formaları hazırlıyordu, tribünler inlemeye başladı, Süreyya Süreyya diye bağırıyorlardı, kulaklarına inanamadı, futbolcular yanına geldi, “ağabey seni çağırıyorlar” dediler, çıktı sahaya, İnönü stadının son üçlü’sünü çektirdi. Bu şeref, bir daha asla hiçbir faniye nasip olmayacaktı. Bu şeref, Çarşı tarafından ona verilmişti.
*
Çünkü… Son 35 senede Beşiktaş’ta hiçbir başkan, hiçbir teknik direktör, hiçbir futbolcu, görevi başındayken onun kadar şampiyonluk kazanmadı. 1981’deki şampiyonlukta da o vardı, yeni stadyumdaki son şampiyonlukta da o var.
*
Yeşilçam setlerinde başlayan siyah-beyaz bir aşk hikayesinin filmidir bu.
*
İşini namusuyla, gönülden, severek yaptığında… Yedek kulübesindeki “figüran”ın, dünya çapındaki yıldızlarla aynı sahneyi paylaşıp “başrol” oynayabildiğini kanıtlayan bir filmdir.