Tutucu, hatta gerikafalı öğretmenler tarafından yönetilen, eğitim denilen kavramı disiplin’den ceza’dan ibaret gören, öğrencileri cendereye sokan, öğretmeyen, ezberleten, asık suratlı bir liseydi.
*
Sınıf, etüd, yatakhane üçgenine sıkıştırılan öğrencilerin monoton hayatı, okula gelen yeni edebiyat öğretmeniyle bi anda değişti.
Bu genç öğretmen, öbür öğretmenlerin aksine, ders kitaplarını boşvermelerini, klişeleşmiş düşünce kalıplarını unutmalarını, fikirlerini özgürleştirmelerini, hayatlarını dolu dolu yaşamalarını, gençliklerini ıskalamamalarını öğütlüyordu. Üniversiteyi kazanmaktan başka amacı olmayan öğrencilerine, diplomanın her şey demek olmadığını anlatıyordu. Sizin gelecek planlarınıza başkaları değil, siz karar verin, kendi geleceğinize dair kendi hayalleriniz olsun diyordu. Mahalle baskısına boyun eğmeyin, sizden olmanızı istedikleri kişi olmayın, sadece kendinize kulak verin, kendiniz olun diyordu. Anlatılanları olduğu gibi kabullenmeyin, farklı açılardan bakın, kendiniz anlayın, kendiniz kavrayın diyordu.
Öğrencilerini edebiyatın büyülü dünyasına davet etti, nitelikli edebi eserlerle tanıştırdı, hem beyinlerine, hem yüreklerine dokundu.
Okudukça bilinçlenen, okudukça özgürleşen öğrenciler, bu devrimci öğretmenden aldıkları ilhamla, bir dernek kurdular. Elbette okul yönetiminden gizliydi. Bu derneğin çatısı altında buluşuyor, toplumsal kalıplardan uzaklaşıyor, ebeveynleri tarafından aykırı bulunan fikirleri tartışıyor, kendilerini keşfediyorlardı.
Ama… Bedel ödemeden özgürlük kazanılamıyordu.
Öğrencilerdeki değişimi en önce aileleri hissetti. Çocuklarına diktikleri tek tip gömleğin dar geldiğini farketmeye başladılar.
Bağnaz bir baba, yoldan çıkıp (!) otoriteye başkaldıran oğlunu okuldan aldı, daha disiplinli bir okula kaydetmeye kalktı.
Maalesef… Oğlan canına kıydı.
Yeniden cendereye girmektense, hayatına son vermeyi tercih etmişti.
Okul allak bullak oldu. Gerikafalı yönetim zaten böyle bir bahane kolluyordu, eskisinden daha ağır cezalarla çocukların üstüne çullandılar, elebaşı ilan edilen öğrencileri okuldan attılar, güya soruşturma açtılar, öbür öğrencilere tehditle düzmece ifadeler verdirdiler, edebiyat öğretmeninin meslek hayatını bitirdiler.
Zafer kazandıklarını düşünüyorlardı, idealist öğretmenin defterini dürdüklerini, her şeyin eskisi gibi devam edeceğini sanıyorlardı.
Genç öğretmen eşyalarını toplamak üzere sınıfına son kez girdi. İşte o anda… Hiç kimsenin tahmin bile edemediği protesto gerçekleşti.
Öğrencilerin tamamı sıraların üstüne çıktı, onu ne kadar çok sevdiklerini, ne kadar çok özleyeceklerini haykırarak, okul yönetiminin şaşkın bakışları arasında, meslek hayatı bitirilen edebiyat öğretmenlerini alkışladılar.
Okul aynı okuldu, yönetim aynı yönetimdi ama, öğrenciler artık asla aynı öğrenciler olmayacaktı.
*
Ölü Ozanlar Derneği bu.
*
Amerikalı gazeteci-yazar Nancy Kleinnbaum tarafından roman olarak kaleme alındı, 1989’da filmi çekildi, edebiyat öğretmenini Robin Williams canlandırdı, en iyi özgün senaryo dalında Oscar kazandı.
*
Dünya çapında çok seyredildi.
*
Çünkü…
Değiştirilmesi asla mümkün olmayan “evrensel bir gerçeği” anlatıyordu.
Lise çağındaki gençleri Amerika’da da baskı altına alamazsın, Afrika’da da muma çeviremezsin, Türkiye’de de tek tipleştiremezsin.
*
Elinden geleni ardına koymamana rağmen, bütün okulları imamlaştırmana rağmen, on senede altı defa milli eğitim bakanı değiştirmene rağmen… Bir türlü başaramıyorsun, bundan!
*
Özgür bırakacaksın…
Düşeceksin yakalarından.
*
Hababam Sınıfı’nı onca sene seyrettin, anlamadın.
Siidi’sini göndereyim, Ölü Ozanlar Derneği’ni seyret, belki kavrarsın.