“DÜNE KADAR FETÖ İÇİN HİZMET KUYRUĞUNA GİRENLER GÜNAH ÇIKARTMAYA KOYULMUŞLARDIR”
15 Temmuz darbe girişiminin amacının Türkiye’nin parçalanarak Suriye ve Irak’a dönüştürülmesi olduğuna işaret eden Devlet Bahçeli şöyle konuştu: “Türkiye Cumhuriyeti 15 Temmuz’da ipten dönmüştür. Karşımızda olağanüstü bir tablonun dehşet ve nefret saçan yankıları vardır. Ve de 15 Temmuz’dan beri FETÖ konuşulmaktadır. Bu arada ekranlarda epey FETÖ bilirkişisi ve itirafçısı türemiştir. Bunlar gün aşırı boy göstermekte, uzun uzadıya analiz yapmakta, hatıralarını paylaşmaktadır. Yüzlerce dönüm arazide 17 yıldır kötülük üretimi yapan Pensilvanyalı vandalla ilgili kimin anısı varsa gece gündüz anlatmaktadır. Düne kadar FETÖ için himmet ve hizmet kuyruğuna girenler sıkıyı görünce birden çark etmişler, telaşla günah çıkartmaya koyulmuşlardır. FETÖ’den ağzı yananların, geçmişini unutturma gayesiyle çırpınanların, yakayı kurtarma niyetinde olanların pişmanlık beyanları neredeyse külliyat boyutuna varmıştır. Oysaki bunların alayı FETÖ’nün düne kadar dizinin dibinde, elinin altında, gözünün içine bakıyorlardı. Söz konusu şahıslar kime ne anlatıyorlar? Kime ne söylüyorlar?”
“MAKAMLAR YÜKSELDİKÇE NİÇİN SAVSAKLAMAYA GEREK DUYULUYOR”
Bahçeli, FETÖ’nün her kademe ve kesimden teker teker temizlenmesi gerektiğini vurgulayarak şunları dedi: “Kriptoların hala faaliyette olduğuna dönük yaygın bir kanaat hakimdir. Devlette çok yoğun bir ihbar ve şikayet furyası masumların haklarına kast etmektedir. Elbette FETÖ’nün her kademe ve kesimden teker teker temizlenmesi, geriye hiçbir kalıntısının bırakılmaması acil ve kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Hükümetin bu konuya samimiyetle eğildiği de meydandadır. FETÖ operasyonlarında toplamda 32 bin tutuklu, kamudan 100 bine yakın açığa alma, 60 bin ihraç gerçekleşmiştir. Ancak yine de, suçlu ile suçsuzun birbirine karıştığına yönelik yoğun rahatsızlık ve çağrılara iktidarın kulak vermesi, dikkate alması şarttır. Şikayetlerin mağduriyet edebiyatı görülmesi ise yanlıştır. Henüz hatırlı ve sözü geçen bylock kullanıcılarıyla, kuytularda 1 dolar saklayan suçlularla ilgili bir ifşa, bir izahat yoktur. Devlette en alt düzeyde görev yapan bir memurun suçu görüldüğü an gereği yapılıyor da, üste çıkıldıkça, makamlar yükseldikçe niçin bir yavaşlamaya, bir duraksamaya, bir savsaklamaya gerek duyuluyor? Eğer 15 Temmuz darbe teşebbüsü gerçekleşmiş olsaydı, Türkiye’nin kaderi kimlerin eline geçecek, devlet ve siyasete kimler hükmedecekti? Bu sorunun cevabını bilmek en tabi hakkımızdır. İhanetin çıbanbaşları kimlerdir? Yurtta Sulh Konseyi isimli rezil ve haçlı yapılanmanın ana kadrosunu, siyaset ve bürokrasi alanındaki elebaşlarını bu aziz millet ne zaman duyup, ne zaman öğrenecektir? FETÖ; aynen PKK, IŞİD, PYD-YPG, DHKP-C gibi Türkiye’nin katıksız, amasız, ilelebet düşmanıdır.”
“ALLAH BİZİ FETÖ’NÜN ZİLLET VE ZELİL ELEMANLARINDAN OLMAKTAN KORUSUN, KOLLASIN”
Devlet Bahçeli, MHP’nin AK Parti’nin arkasında durduğu söylentinlerini eleştirerek şunları söyledi: “Güya biz AKP’ye bastonluk yapıyormuşuz. Güya biz AKP’nin gözü kapalı arkasında duruyor, hiç sesimizi çıkarmıyor, avukatlığına soyunuyormuşuz. Bu iftiraları atan bre densizler, siz FETÖ’nün kurşun askerliğine talip olurken bir şey olmuyor da, bizim Türkiye’yi müdafaa etmemiz mi gözünüze batıyor? Allah bizi doğrudan ayırmasın, her daim milletin avukatı yapsın, hıyanetin kuryeliğinden, FETÖ’nün zillet ve zelil elemanlarından olmaktan korusun, kollasın. Ne yapacaktık, Türkiye terörizmin kanlı baskınına uğrarken, devleti yönetenlerle, demokrasiyle iktidara gelip yönetimi elinde bulunduranlarla kavga mı edecektik? Sudan sebeplerle birbirimize mi girecektik? Nedir istenen? Pensilvanya’dan sufle alanlar, son dönemlerin moda tabiriyle fabrika ayarlarına anında dönenler bize neyi ima etmektedir? Hiç kimse haddini aşmasın, yediğimiz aşı da biliriz, atacağımız taşı da. Duracağımız yeri de biz belirleriz, söyleyeceğimiz sözü de biz seçeriz. Türk milleti kan ağlarken, yarının ne getirip ne götüreceğini hiç kimse tahmin edemezken, üstelik tüm terör örgütleri üzerimize üzerimize gelirken, bizim siyasi tartışma ve çekişmenin içinde olmamız kendimizi inkar, milletimize haksızlıktır. CHP eleştiriyor, muhalefet ediyormuş; iyi de bundan bize nedir? Ağıt mı yakalım, dizimizi mi dövelim, yalvar yakar aman etmeyin, tutmayın diye kapısına yüz mü sürelim, bilinsin ki herkes kendi fıtrat ve fikrine uygun davranacaktır. Yenikapı ruhuna bağlı kalacağız dedik, söz ağzımızdan bir kere çıkar, biz ülkü davasının yılmaz neferleri olduğumuz kadar sözümüzü çiğnemeyecek kadar er ve haysiyet sahibi iman kafilesiyiz. Milletimize teminat verdik, şu badireli günlerde hükümete bindirmek, punduna getirip de zora sokmak için fırsat kollamadık. Milletimizin vergileriyle alınan, fakat hainlerin kullanımında ölüm kusan uçaklar, helikopterler Paris’te, Berlin’de, Londra’da, Pensilvanya’da değil, Ankara’nın üstünde uçmuş, başkentimizi savaş alanına çevirmişlerdir. Sorarım sizlere, 15 Temmuz gecesinin Bağdat ve Şam’daki örneklerinden ne farkı vardır? İşgal edilmek istenen Türk vatanıydı. Bu gerçek ne çabuk unutuldu? Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 Ekim’de TBMM’de yaptığı konuşmada Yenikapı ruhunu titizlikle korumaktan bahsetmiş ve bundan hepimizin sorumlu olduğunu söylemiştir. Pek tabii, biz de aynı kanaat ve karardayız. CHP’nin su kaynattığını ve kayış attığını görüyoruz. Beklentimiz, bari hiç olmazsa, Sayın Erdoğan’ın da Yenikapı ruh ve manevi sözleşmesine bağlı ve sadık kalması, AKP hükümetinin de buna uygun davranış göstermesidir.”
“EDERİ BİR DOLAR OLAN GERİ GELECEKSE, GÖMÜLMEYE DE HAZIR OLMALIDIR”
Devlet Bahçeli, Kasım ayında ikinci bir darbe teşebbüsü yapılacağı söylentilerini eleştirerek “FETÖ vazgeçmemiş uyuyan hücreleri bir kez daha silaha sarılacakmış. Bu iddia sahiplerinin kriz ve kaos rüzgarı estirmesi, karamsarlık ve korku aşılaması kesinlikle art niyetlidir. Ne demek ikinci bir kalkışma olacak? Ederi bir dolar olan geri gelecekse, gömülmeye de hazır olmalıdır. Hainler ayaklanırken biz de oturacak, ağaç kovuğuna mı saklanacağız? Kim Türkiye’nin aleyhine bir darbe hazırlığı yapıyo4rsa, bedelini ödemeyi de peşin peşin kabullenmelidir. Rüzgar eken fırtına biçmeye razı olmalıdır. 15 Temmuz’da Türk milletinin direniş ve destanından hala bir şey çıkaramayan varsa ya aklını kaçırmış yada teneşir özlemi hortlamış demektir. Türkiye’yi tehdit etmeye, intikam almaya hiçbir faninin nefesi yetmeyecektir. Televizyonlarda yapılan ucube yorumlara, korku salan değerlendirmelere son verilmelidir. Hainler tekrar gelecekmiş, darbeciler yine hazırlanıyormuş, eğer böyle olursa bizde onları bekliyor olacağız. Geldikleri gibi gidemeyeceklerini de şimdiden duyuruyoruz” diye konuştu.
“SINIR EMNİYETİ 5 BİN KİLOMETREKARE BÜYÜKLÜĞÜNDE GÜVENLİ BÖLGEYLE DERİNLEŞTİRİLMELİ”
Suriye’de iç savaşın 6’ncı yılına girdiğini Şam ve Bağdat güvenli olmadan, Ankara’nın huzur ve istikrar bulması jeopolitik akla aykırı olduğunu ifade eden Bahçeli şöyle devam etti: “Türkiye Cumhuriyeti, öncelikle milli bekasını güvenceye alabilmek ve sınır ötesinden kaynaklanan terörist ablukasını kırabilmek için 24 Ağustos 2016 tarihinde Fırat Kalkanı Harekâtını başlatmıştır. Bunun üzerinden de 41 gün geçmiştir. Cerablus IŞİD’ten temizlenmiştir. Ve TSK unsurlarıyla birlikte Özgür Suriye Ordusu El Bab’a doğru ilerlemektedir. Şu anda Çobanbey-Azez arasında şiddetli çatışmalar yaşanmaktadır. IŞİD, özellikle Suriye’nin Dabık kasabasıyla birlikte El Bab’a mevzilenmiştir. Suriye’de Kurban Bayramında ilan edilen ateşkese taraflar ne yazık ki riayet etmemiştir. Bu nedenle tarihi ve kültürel hatıralarımızın ileri düzeyde, ayak izlerimizin her yerinde olduğu Halep bombalanmakta, insanlık değerleri ayaklar altında ezilmektedir. Kardeşlik ve komşuluk hukuku kapsamında gelişmelerden ziyadesiyle rahatsız ve memnuniyetsiz olduğumuz bilinmelidir. Rejim güçleri Halep’e acımasızca zulmederken dünya üç maymunu oynamaktadır. İnsani yardım konvoyları, hastaneler saldırıya uğrayıp sivil ve masumlar katledilirken gelişmiş ülkeler, İslam alemi sessizce dökülen kanları, harabeye dönen bir şehri film gibi izlemektedir. Uluslararası koalisyonun bir başka gündemi Musul ve Rakka operasyonlarıdır. IŞİD’in buralardan kazınması için gerekli hazırlıkların sürdüğü anlaşılmaktadır. Musul bir Türkmen kentidir ve Türkmenelinin incisidir. Ve elbette IŞİD caniliğinin elinden söke söke alınmalıdır. Hükümet, Türkmenlerin hak ve menfaatleri için elini taşın altına sokmalıdır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın TBMM’nin açılışında yapmış olduğu konuşmada konuyla ilgili ifadeleri, Musul ve Telafer hassasiyeti bizim tarafımızdan olumlu karşılanmıştır. Erdoğan’ın söylediği gibi, masanın dışında kalınmayacaksa, önce soydaşlarımıza el uzatmak durumundayız. Türkiye sınır emniyetini sağlamak, milli huzur ve istikrarı temin etmek maksadıyla; Cerablus’tan başlayarak batıya ve güneye doğru süren operasyonlar, 5 bin kilometrekare büyüklüğünde terör örgütlerinden tamamen arındırılmış güvenli bir bölgeyle derinleştirilmelidir. Güvenli bölgenin tesisiyle; bir yanda terör sorunu diğer yanda mülteci dramı çözülebilecektir. Güney sınırlarımızı içine alan ve Kobani-Afrin arasında kurulmak istenen terör koridoruna da hiçbir şart altında müsaade edilmemelidir. FETÖ’nün elebaşını Türkiye’ye iade etmeyen, bu konuda sürekli engeller çıkaran, mazaretler üreten Washington yönetiminin, açıktan PYD-YPG’yi silahlandırması tamamıyla art niyetliliktir. Bu itibarla, 1 Ekim günü, Türkiye’nin milli güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye’deki tüm terörist örgütlerden ülkemize saldırıları bertaraf edebilmek amacıyla TSK’nın yabancı ülkelere gönderilmesiyle ilgili 2 Ekim 2014 tarihli Meclis izninin bir yıl daha uzatılmasına parti olarak gönül huzuruyla destek ve oy verdik. Yeter ki, ya devlet başa, ya kuzgun leşe irade ve iddiasından sapılmasın.”
“TÜRKİYE TÜRBÜLANSTAN ÇIKMIŞ DEĞİLDİR”
Bahçeli, OHAL’in süresinin 3 ay daha uzatılmasının yerinde bir karar olduğunu kaydederek şu ifadeleri kullandı: “Meclis’te grubu bulunan dört partinin katılımıyla KHK Komisyonu teşkili de makul ve isabetli bir karardır. Ancak OHAL, adalet çıtasını düşürmemeli, mağduriyetlere neden olmamalıdır. OHAL’in en başta, milletimizin ve ülkemizin güvenliği, beklenmeyen olaylara anında karşılık verilmesi amacıyla devreye alındığı unutulmamalıdır. OHAL, TBMM’nin yetki ve haklarını gasp etmek değildir, bu şekilde de yorumlanmamalıdır. Zira anayasal bir düzenlemedir ve hukuki bir temeli vardır. Sorumluluk mevkiinde bulunan herkesin, devlet adamı vasfı taşıyan her bir şahsın, şu günkü nazik ve kırılgan günlerde üslup ve diline hakim olması gerekmektedir. Yeni tartışmalarla milletimizi meşgul etmek, kafa karıştırıcı açıklama ve söylemlerde bulunmak fayda yerine zarar getirecektir. Dönem, hamaset nutuklarıyla göz boyama dönemi değildir. Ucuz ifadelerden, kurnaz ve gizli hesaplardan elbette uzak durulmalıdır. Türkiye türbülanstan çıkmış değildir. Maalesef ki, her gün şehit haberleri gelmektedir. Terör örgütü PKK, FETÖ’nün boşluğunu doldurmak, bıraktığı yerden devam etmek için çıldırmış gibi, kudurmuş gibi saldırmaktadır.”
“UZMAN ÇAVUŞ HASAN YAŞAR, ASTSUBAY ÖMER HALİS DEMİR’DEN DAHA AZ DEĞERLİ DEĞİLDİR”
Bahçeli şehitlerin şükran, vefa ve minnete layık olduğunu söyleyerek “3 Eylül’de Hakkari Şemdinli kırsalında teröristlerle çıkan çatışmada şehit düşen ve sekiz yaşındaki kızı Ecrin’in hıçkırıklarla uğurladığı Uzman Çavuş Hasan Yaşar’ın 15 Temmuz darbe girişiminde Özel Kuvvetler’de korkusuzca direnerek şehit olan Astsubay Ömer Halis Demir’den hem manen hem de vicdanen daha az değerli değildir. İkisi de şehit, ikisi de vatan kahramanıdır. Ve tüm şehitlerimizi rahmetle anmak hepimizin boynunun borcudur. Çok uyanık ve dikkatli olmamız gereken günlerde olduğumuz aşikardır. Milletimizin sinir uçlarıyla oynamaktan, milli hatıra ve mirası tahribattan kaçınmak lazımdır. Özellikle tarihten husumet çıkarmak, geçmişi kutuplaşma alanına çekmek çok gereksiz, çok yersiz ve de çok tehlikelidir” dedi.
“ESKİ DEFTERLERİ ARALAYAN BİR İNSAN EĞER MÜFSİT DEĞİLSE, KESİNLİKLE MÜFLİSTİR”
Bahçeli, süregelen Lozan tartışmalarını şu şekilde değerlendirdi: “93 yıl önce imzalanan Lozan Antlaşmasının zafer mi hezimet mi olduğunu tartışıyoruz. El alem uzayı tarıyor, yeni keşifler yapıyor, Jüpiter’in uydusunda su olup olmadığını konuşuyor, biz bunları çoktan hallettiğimizden olsa gerek, başka işimiz yokmuş gibi Lozan’ı masaya çıkarıyoruz. Ben de her aklı başında vatan evladı gibi hayret ediyorum. Keşke her şey bununla sınırlı kalsaydı. 2.Abdülhamid’in kızıl sultan mı, yoksa ulu hakan mı olduğu münakaşa ediliyor. Bunu yaparken Atatürk ile 2. Abdülhamid’in mukayesesi de yapılıyor. Herkes fikri yörüngesine göre pozisyon almaktadır. Diyebileceğim tek şey, pes doğrusudur. Eski defterleri aralayan bir insan eğer müfsit değilse, kesinlikle müflistir. Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, 2. Abdülhamid ne ulu ne de kızıldır; o ecdadımızın muhterem yüzlerinden, Osmanlı padişahları arasında muteber isimlerden birisidir ve saygıyı hak etmektedir. Mustafa Kemal Atatürk, 2.Abdülhamid’in yönetimi altında yetişmiş, parlamış, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş ilk Cumhurbaşkanımız ve Türk milletinin yüz akı bir liderdir. Birinin bıraktığı yerden, diğeri devam etmiştir. İki Türk hünkârı olan; Şah İsmail ve Yavuz Sultan Selim arasındaki kapanmayan uçurum ne kadar hamakat ve hezeyansa, Atatürk ile 2.Abdülhamid arasında husumet çıkarmak, birini diğerine tercih etmek o denli zeka özrü, şuur eksikliğidir. Tarihi şahsiyetlerimizi çatıştırmak emin olun düşmanları tebessüm ettirecektir. Milliyetçi Hareket Partisi Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti arasında sütunları Ötüken ve Söğüt’te inşa edilmiş, harcı iman ve inançla karılmış, böylelikle iki yakayı buluşturmuş tarihi bir köprüdür. Biz ne Atatürk’ten vazgeçeriz, ne de 2.Abdülhamid’i ihmal ve inkar ederiz. Biz Lozan Antlaşması’nı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ve hukuki senedi olduğunu kabul eder, hezimet ithamlarını reddederiz. Çakma tarihçilerin, 1919’daki mandacı ve işbirlikçi zihniyetlerin kurduğu nifak çarkına asla düşmeyiz. Lozan’ı kötülemek, örtülü ve kapalı ifadelerle Sevr’e methiyeler yağdıranları neşelendirecek, tekrardan umutlandıracaktır. Türkiye’nin varlığını tescil ettiren, yedi düvele kabul ettiren 8 aylık Lozan mücadelesini bırakalım da tarihçiler konuşsun, onlar değerlendirsin. Bu nedenle Sayın Cumhurbaşkanı’nın 29 Eylül 2016 günü, 27.Muhtarlar Toplantısındaki sözlerini yadırgadığımı, 24 Temmuz 2016’daki Lozan Antlaşmasının 93. Yıldönümünde verdiği mesajlarına bağlı kalmasını hem diliyor, hem de tavsiye ediyorum.”