Siyasi partilerin kurumsal, ideolojik kimliklerine değil, siyasi partilerin TBMM oylamalarındaki grup kararları(!)nı belirleyen yöneticilerine de değil, bizzat benim oyumla seçilmiş olan “vekil”ime sesleniyorum:
***
Ben, Türkiye Cumhuriyeti “devlet sistemi”nin değişmesini istemiyorum.
Sen benden oy isterken bana böyle bir değişiklikten taraf olduğunu, gündeme gelirse destek vereceğini söylemedin. Ben de sana, böyle bir değişikliğe destek vermen için vekalet vermedim!
***
Ben, 2 kutuplu bir siyasi düzen istemiyorum.
Sen bana “çok partili hayat”ı uygulanamaz hale getirerek kendi varlığını hükümsüzleştirebileceğinden hiç bahsetmedin. Ben de sana, memleketin hiç de azımsanmayacak bir kısmının sahip olduğu fikirlerin temsilini, yasama organına müdahil olma hakkını budaman için “vekalet” vermiş değilim!
***
Ben, cumhuriyet görünümlü bir monarşide tebaa olmak istemiyorum.
Sen benden oy isterken bunu “tek adam”ın emir ve görüşlerini gerçekleştirme vizesi olarak kullanacağını bildirmedin. Ben de zaten sana kula kulluk et diye değil “parlamenter sistem”i işlet diye “vekalet” verdim!
***
Görev günü geldi.
Fazla bir şey değil; sözünün eri olmanı istiyorum şimdi senden.
Benden ne yapmak üzere vekalet aldıysan onları yapmanı, ve ne yapmamak üzere vekalet aldıysan onları yapmamanı istiyorum.
Yapmazsan mı?
Şu noktada seni “bir daha seçmem” diyerek ikna etme şansım kalmadı çünkü “Başkanlığı” götürmek demek büyük oranda kendini gömmek demek zaten o sandığa.
Ama şunu söyleyebilirim;
Sana verdiğim vekaleti, benim, çocuklarımın, torunlarımın kendi vatanlarında paryalaştırılması için kullanacak olursan eğer; hayrını göreme, haram olsun oyum sana!
***
Ne kadar çabuk kabullendiniz
—-
Şu “Başkanlık referandumu” konusunda siyasilerin söylemlerine bakınca biri tutmuş, biri pişirmiş gibi duruyor eyvallah da milletin/temsilen milletvekillerinin “yemeyeceğiz” deme hakkı ve şansı var hâlâ.
Bildiğim kadarıyla AKP’nin 317 (TBMM Başkanını çıkarınca 316) milletvekili var…
Bildiğim kadarıyla AKP dışında TBMM’de bulunan üç parti de “Başkanlık sistemi”ne karşılar.
Bildiğim diyemem ama 15 Temmuz’dan sonra dedikodusu ayyuka çıktığı üzere iktidar partisinde bir de “bir AKP var AKP’den içeri” durumu var; “fire” muhtemel, sayısı da muamma!
Bu durumda, 367’yle direk yasala(l)aşması mümkün görünmediği gibi 330’a ulaşılıp Başkanlığın referanduma götürülebilmesi de zor Meclis’teki mevcut sandalye dağılımında.
Hal böyleyken “kesin referanduma gidilecek ve de referandum sonucunda filli başkan resmi başkan haline gelecek” ön kabulüyle konuşmak muhalefetin zayıf olan gardını iyice düşürmek, seçmenin memleketin kaderini değiştirecek gücün sahibi olduğuna dair özgüvenini çökertmek dışında neye yarar Allah aşkına?
İlk darbe havlu atacak kadar mı değersiz ülkeniz?
***
Hepimiz, “öğrenilmiş çaresizliğin” esirleriyiz!
***
Durun, siz kardeşsiniz!
—–
Orhan Pamuk’a Nobel verilmesini neredeyse 41 pare takla atışıyla kutlayıp da Bob Dylan’ın aynı ödüle layık(!) görülmesini “ama edebiyatçı değil” diye eleştiren bir kafa var, çamur atıp duruyorlar dünden beri adamcağıza…
Bağırasım geliyor:
Durun siz kardeşsiniz!
Malum Bob da bu toprakların evladı;
Kağızmanlı Kırgız ninenin öz be öz torunu, Trabzon’dan Rus ellerine göçmüş baba tarafı.
***
Başkanlığına çalışılan Cumhurbaşkanı’nın baş danışmanı Türkiye Basketbol Federasyonu’na aday olsun ama spora siyaset de karışmasın; ne kadar gerçekçi…
***
Ne kadar da “evrensel” bir hukuk
——
Alkollü kullandığı ve hız limitin aştığı aracıyla bir polis memurunun ölümüne, bir polis memurunun da yaralanmasına yol açan Rüzgar Çetin’e verilen ceza(!)nın gerekçeli kararındaki tutukluluk değerlendirmesinden:
“… tutuklamanın bir tedbir olup, cezalandırma aracı olarak kullanılmaması gerektiğini evrensel hukuk ilkelerinin gereği olduğu, sanığın kaçma ve saklanma şüphesini oluşturan somut olguların bulunmaması, verilen ceza miktarı dikkate alınarak tutukluluk halinin devamının orantılılık ilkesine aykırı olduğu…”
Bırakın suçunun sabit bulunmasını, yüzlerce insanın suçsuz yere 3 yıl, 4 yıl, 5 yıl cezaevinde tutulduktan sonra beraat ettiğini, yani elde hiçbir somut delil olmaksızın yok yere hayatlarından çalındığını görmesek “hukuk” var sanacağız!
yeniçağ