İnsanın rütbesi yükseldikçe utancı azalır, denir!
Gazeteci Ahmet Şık gözaltına alındı.
Artık ne yazılabilir…
Artık ne konuşulabilir…
Söz’ün bittiği yerdeyiz.
Ve ne zaman gündemin acı tortusu üzerime çökse edebiyata sığınırım.
Size, Hasan Ali Toptaş’ın insan iyiliğini yücelten “Kuşlar Yasına Gider” romanından bahsetmeliyim. Çünkü romanın bir bölümünde, Ahmet Şık’ı hapse attırmak için çabalayan medyada-siyasette örneklerini çokca gördüğümüz “hırs atına binmişleri” anlatıyor.
Romanın başkarakteri Ankara’da yaşayan tanınmış bir yazardır; ve aynı zamanda romanın anlatıcısıdır. Ölüme sayılı günleri kalan, tek ayağını trafik kazasında kaybetmiş şoför Aziz’in oğludur.
Üniversitede ders veren ve edebiyat eleştirileri yazan bir akademisyen, bu yazarın eserleri hakkında dört dörtlük çalışma yapmak için izin ister. İlk görüşmede saygılı ve çok heyecanlı olan akademisyen çalışmasını layıkıyla yapmak için uzun sohbetler yapmaları gerektiğini rica eder. Yazar kabul eder.
Akademisyen çalışmasını bitirir; ve kurguyla gerçeği birbirine karıştıran yanlışlıklarla dolu bir kitap çıkarır.
Bundan sonrasını romandan aktarayım:
“Öteki odaya geçtiğimde, gözümüzün içine bakıp duran ve dışarıda olup bitenleri yüzümüzden okuyan babam, yattığı yerden uzun uzun süzdü beni.
Ardından da, bir şey mi oldu sana, diye sordu.
Yok bir şey, dedim çaprazındaki kanepeye geçip otururken. (…)
Yok, dedi yeniden, sende bir hal var…
Böyle üsteleyince dayanamadım, okuduğum kitaptan söz ettim ona. Daha doğrusu, kızıl sakallı akademisyenin benimle tanıştığı günden başlayarak, fazla ayrıntıya girmeden her şeyi kabaca anlattım ve aklımda kalan o saçma sapan cümlelerden bazı örnekler verdim. Üzülmesini istemediğim için, kendisi hakkında yazılanlardan hiç söz etmedim tabii. Zaten öteki örnekleri de belki gülümsemesine vesile olur diye verdim.
Fakat bir kere bile gülümsemedi babam, boynunu bana doğru uzatıp başını hafifçe yana eğerek, anlattıklarımı dinledi…”
Düştüklerini anlamazlar
Baba-oğul diyaloğu şöyle devam ediyor:
“Senin canın fena sıkılmış, dedi; yahu, bu kadar mı kötü okuduğun kitap?
Sen ne diyorsun baba, dedim; bana senin hakkında yapılabilecek en pespaye çalışmayı hayal et deselerdi ben bu kadarını hayal bile edemezdim.
Anladım dercesine başını salladı. Ardından da, bu durumda benim ne yapacağımı sordu gözlerimin içine bakarak.
Dava açacağım baba, dedim; hatta kimin mahremiyetine dil uzattı ve kimi olduğundan farklı gösterdiyse, onlarla birlikte dava açacağım.
Gözlerini kırpmadan, can kulağıyla beni dinliyordu.
Siktiret, dedi birden; dava mava açma! Kazansa da kaybetse de fark etmez, her iki sonuç da rahatlatır onu. Çünkü hesap bu dünyada görülmüş olur. O sana söz verirken Allah orada değil miydi, ona ne şüphe, ona ne şüphe, elbette oradaydı! Amacı her neyse, onu elde edebilmek için Allah’ı da aldattı yani o şahıs. Bu sebeple sen onu Allah’a havale et! En münasip zamanda, en isabetli silleyi Allah’tan başka kim vurabilir?
Haklısın, dedim.
Sustu bir vakit, ellerinin üstündeki kahverengi lekelere bakarak derin derin soludu.
O şahıs her kimse, hırs atına binmiş gidiyor, dedi sonra; düşmesi yakındır senin anlayacağın. Lakin düştüğünü fark eder mi, orasını bilmem. (…)
Çünkü, diye devam etti babam; hırs atına binenler, çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar. O şahıs Allah vere de çoluk çocuğunun üstüne düşmese.
Ben yine sustum. (…)
Demek seni gözünün içine baka baka aldattı ha, dedi bana dönerek yeniden; bir şey söyleyeyim mi, sana da zaten aldatılmak yakışırdı oğlum.
Bu sözleri duyunca birden, ne diyeceğimi bilemeden, usulca yutkundum. İçimden kalkıp babama sarılmak geçti aslında ama yapamadım bunu, baktım sadece. O da bana baktı gözlerini hiç kırpmadan. O an birbirimize bakışlarımızla sarıldık sanki…”
Saygı duruşu
Ahmet Şık…
Ben ya da başka gazeteci arkadaşımız, hapse gireriz- çıkarız. Siz hiç moralinizi bozmayınız. En önemlisi insanlığınızı hiç kaybetmeyiniz.
Bakın…
Ömrü yollarda geçen şoför Aziz’in asaletini görmeniz için romandan şunu da paylaşmalıyım sizinle…
Afyon/Emirdağ Gömü’den geçerken her seferinde yazar oğlundan otomobili yavaş sürmesini istiyor. Bir seferinde yine Gömü’den yavaşça geçerlerken oğlu dayanamayıp sebebini soruyor.
Bu şoför Aziz’in, Gömü halkına saygı duruşu idi. İki yıl önce karakış bastırdığında yolda bir sürü aracın mahsur kaldığını; çaresiz insanlara Gömü halkının battaniye ve yiyecek dağıttığını izlemiştir televizyonda.
Bunu anlatırken birden ağlamaya başlar…
“(Annem-sy) Len Müslüman, durduk yerde niye ağlıyorsun sen, kendi derdimiz bize yetmiyor mu? Yolda kalanlara yiyecek vermişler, çay dağıtmışlar işte, ne var bunda ağlayacak?
Yahu, dedi babam hıçkırıklarının arasından; o insanların yüzleri var ya yüzleri, dağıttıkları çaydan daha sıcaktı.(…) Gömü başkadır, dedi titrek bir sesle; onun için sen sen ol, buraya geldiğinde daima yavaş geç…”
Şoför Aziz’in ermiş ahlakı, insana duyulan umudu çoğaltıyor.
Ahmet Şık, şoför Azizlerin ahlaklı-vicdanlı geleneğini üstlenmiştir, yenemezsiniz.
Kazanan hep insan olur çünkü…