Ya bana benzeyeceksin ya da…
Sofrasında her daim misafir bulunmasını arzu eden Hz. İbrahim, uzun bir süreden beri ağırlayacağı birisini göremeyince, evinden çıkıp, çevreyi dolaşmaya başlamış. Yaylada rastladığı, beli bükülmüş, saçı sakalı ağarmış bir adamı görünce evine buyur etmiş. Birlikte misafirhanesine gelmişler ve himayesindekilerle birlikte sofraya oturmuşlar. Herkes Allah’ın adını anarak yemeğe başladığı halde, ihtiyardan ses çıkmamış. Bunun üzerine Hz. İbrahim:
– Ey çok yaşamış adam, ihtiyarlar dinlerine bağlı olurlar. Onlardaki bağlılığı ve samimiyeti sende görmüyorum. Yemeğe başlarken, bize tüm yiyecekleri bahşeden Allah’ın adını söylemen gerekmez mi?
Yaşlı adam:
– Ama ben ateşperestim; demiş.
Bu cümleyi duyunca birden hiddetlenen Hz. İbrahim, adamı paylayarak evinden kovmuş.
Rivayet odur ki, olay vuku bulur bulmaz, Hz. İbrahim şu nidayla irkilmiş:
– Ey İbrahim, ben o ihtiyara yüz yıldır hayat bahşediyorum ve rızık veriyorum. Sense, ona bir öğün bile sabredemedin. O ateşe secde ediyor diye sen neden keremden elini çekiyorsun. O ateşe tapıyorsa sana ne?!
FARKLI DÜŞÜNENE SAYGI
Ya bana benzeyeceksin, benim gibi inanacaksın ya yok olacaksın. Dinlerine böyle bir anlayışı yükleyip, sözüm ona Allah adına savaştılar, din mensupları… Kendileri, kendilerine rol biçtiler ve her zulmü reva gördüler hasım ilan ettiklerine!
İnsanoğlu zalim… Zalim olmaya da devam ediyor. Yüzyıl süren mezhep savaşlarını unuttu mu Batı? Ya Müslümanlar, birbirlerine yapıp ettiklerini?
Ya benim gibi olacaksın, ya yok olacaksın… Siyaset de buna indirgenmedi mi? Benden değilsen, beni desteklemiyorsan, senin yaşamana izin vermem! Levinas, “…bana benzemek düşüncesi ötekinin ağırlığını hissetmeyi reddetmektir. Kendi içinde onu öğütmek, yiyip içip sindirmek ve tüketmek demektir” der.
Farklı düşünene hayat hakkı tanımıyorum demek, evvelemirde Allah’a isyandır. Tanrının kendisi için bile istemediği bir rolü (!) kişinin kendisine biçmesi demektir ve şirkin ta kendisidir.
Kendine benzetmek ya da yok etmek üzerine kurulan her mücadele, ne adına veriliyor olursa olsun; bir ateş hattı oluşturmaktır. Haksızlıklar, zulümler, zapt u rabt altına alınan haklar ve özgürlükler, eninde sonunda sıkışma yaratacak ve fırsatını bulduğu yerde patlayacaktır.
OYSA İNSANA YAKIŞAN BARIŞTIR
Birlikte olmayı barış içinde gerçekleştireceksek; barış içinde olmak, barışı getirebilmek ve barış içinde kalabilmek gerekiyor. (Heidegger) Kişinin, bunu algılaması ve varlığını sezmesi lazım.
Barış, özgürlüktür. Özgürlük de zarardan ve tehlike oluşturan şeylerden korunmak anlamına gelir. Ta başından itibaren, bir şeyi kendi doğası içine bırakabilmektir. Kişinin kendi doğasında gelişmesini sağlayabilmesi, kendi doğasına göre bir serüven yaşayabilmesi demektir. Dolayısıyla özgürlükle barış birlikte ele alındığında, gerçek anlamdaki özgürlük barışı koruyabilmektir.
Barış ve özgürlük bir lütuf değildir.
Barış ve özgürlük, başkalarının artığı hiç değildir; onların şefkati, onların toleransı da değildir.
Barış, insanın özgürlükler içinde kendi doğasını geliştireceğini hissetmesi ve ona göre hareket etmesidir. Kendi haklarını, kendi var oluşunu, kendi gelişimini kendisinin belirleyeceği bir alandır.
VATANDAŞ ADALET İSTER
Barışın ne olduğunu bilmeyen insan onu yaşayamaz. Kişinin zihin dünyasında barış yoksa insanlığa katkı da sunamaz.
Hayatını kavga ve nefret üzerine yaşamış ve kurgulamış bir düşünürün, bir yazarın, bir siyasetçinin, bir bürokratın vs. görevini adil bir şekilde gerçekleştirmesi mümkün olabilir mi?
Barış, insanın; kendisiyle, yekdiğeriyle, doğayla/tüm varlıkla uyum içine girmesidir. Duygudaşlıktır barış. Hassasiyettir. “Düşüncelerine katılmıyorum ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekliyorum” diyebilmektir.
Barış, kendimize yapılmasını istemediğimiz bir davranışı, başkalarına yapılması karşısında tavır koyabilmektir. İnsan onurunu zedeleyecek her hareketi, Yüce Allah’a yapılan bir hakaret gibi kabul etmektir. İman tam da budur. Tüm varlığın, tüm insanlığın acısını, ıstırabını kişinin yüreğinde hissedebilmesidir.
Hukuk da barışı sağlamak için değil midir? Güç kullanımının sınırlarını belirler; dengeyi korur. Vatandaşlık-devlet ilişkisini hak ve ödevler oluşturur. Devamlılığını ise adalet mekanizmaları sağlar. Devlet vatandaşa, vatandaş adalete muhtaçtır. Adaleti ortadan kaldırmak, barışı ortadan kaldırmaktır; bu tutum devletin temeline dinamit koymaktır.
Ezcümle, haksızlığa karşı çıkmak ve hakkın yanında durmak her insanın görevidir. İmam Maturidi ve pek çok âlimin de yorumladığı üzere, İslam’ın insanlığa çağrısı nettir:
“Ey İman sahipleri, hepiniz toptan barış içine girin.” (Bakara-208)
AYŞE SUCU