Obama; “Kendisine söyledim; basına yaklaşım, Türkiye’yi rahatsız edici bir yola sürükleyebilir” diyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise; “Gıyabımda yapılan açıklamayı duyunca üzüldüm. Bu konu gündeme gelmedi” diyor. Acaba kim doğruyu söylüyor? Sizi bilmem ama, ben Erdoğan’a inanmıyorum.
Türkiye’de hakaret davaları, toplumu susturmak için bir enstrüman olarak kullanılıyor. Uzağa gitmeye lüzum yok. Bunu, bana karşı uyguluyorlar. Başbakan iken, başbakana hakaretten yargılandım ve ceza aldım, şimdi Yargıtay’da. Şu anda da Cumhurbaşkanına hakaretten yargılanıyorum. Beni susturabilirler mi? Asla! Söz konusu bile olamaz! Bunu biliyorlar! Amaç; ben ve benim gibi insanlar üzerinden, toplumu susturmak ve sessizleştirmek.
Erdoğan ve AKP yönetiminde, maliye ve adliye başta olmak üzere; devletin gücü baskı ve zulüm aracı olarak kullanılmaktadır.
Erdoğan; “Eleştiri ile hakareti, birbirinden ayırmak lazım. Türkiye’de bazı gazetelerde, Cumhurbaşkanı için ‘katil, hırsız’ biçiminde manşetler atılıyor. Başlıklarla tehditler savuruluyor. Hakarete Batı’da da müsaade edilmez” demiş.
Sanırım Erdoğan; tüm basının yalakalık yapmasını istiyor, eleştiri ile hakaret arasındaki ayrımı pek anlamamış.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); “Bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa yönelik eleştirilere göre daha geniştir. Bir siyasetçi özel şahıstan farklı olarak; her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz biçimde gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar. Ve bu nedenle, daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır” diyor.
En son olarak AİHM; Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy için “Defol git geri zekalı” denmesini ifade özgürlüğü olarak gördüğünü kararında belirtmiştir. Biliyorsunuz; AİHM kararları ülkemizi de bağlamaktadır.
Aydın olmak demek; ülkesi ve toplumu için doğru bildiğini söylemek, kişisel çıkarları için yalakalık etmemek, testi kırılmadan toplumu uyarmak demektir.
Saygılar sunarım.
İLK KURŞUN