Can Dündar ile Erdem Gül hapisten çıktı. Bizler; ayağa fırlayıp alkışlayarak “Ankara’da hakimler var” diye bağırdık.
Bir sevinç!
Bir mutluluk!
Sorma gitsin!
İstanbul’daki hakim: “Can Dündar casustur“ dedi. Ankara’daki hakim: “Can Dündar gazetecidir” diye karar verdi.
İstanbul’daki hapse koydu.
Ankara’daki serbest bıraktı.
Ölümcül çelişki yaşadık.
Ankara, İstanbul arası hızlı trenle gidersen 3.5 saat. Nasıl oluyor da İstanbul’daki hakimler, “Can Dündar, casusluk yapmış, hapsi hak etti” derken 3.5 saatlik uzaklıkta Ankara’daki hakimler; “Can Dündar gazetecilik yapmış, hak ihlali var” diyebiliyor?
Bu çelişki varken!
Biz nasıl sevinelim!
* * *
Çünkü daha düne kadar yakın bir zamanda hep birlikte hayıflanarak gördük, şaşarak yaşadık. Ergenekon, Balyoz, ODATV davalarında savcılar, “düzmece kanıtlar, sahte kurgular, yalan CD’ler, uyduruk iddiaları” kes-yapıştır birbirine eklediler. 16 iddianame hazırladılar. Sayfa sayısı nerdeyse 1 milyonu bulmuştu. Bu 1 milyon sayfadaki sözüm ona bilgi, belge, kanıt ve şahitlere dayanarak içinde Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, subaylar ve gazetecilerin bulunduğu yüzlerce kişiyi “ölünceye kadar hapiste çürütecek” ağırlaştırılmış cezalara mahkum ettiler.
Fakat ne oldu?
Rüzgar döndü.
Genelkurmay Başkanı’nı “terör örgütü üyesi” diye mahkum eden mahkemenin yargıçları, rüzgar dönüp Fethullah Gülen ile Tayyip Erdoğan birbirine düşünce “dava kumpasmış” diyerek Kurmay Başkanı ile o yüzlerce subayı 5 yıl yatırdıktan sonra suçsuz bulup hapisten çıkardılar. 1 milyon sayfalık iddianameleri yazan o savcılar da şimdi yurt dışına kaçtılar, oradan “Can Dündar ile Erdem Gül Davasını” izliyorlardır. Ve aynı kendilerinin yaptığı gibi kalın görünsün, hukuk koksun diye bir hukuk makalesinden 22 sayfa kes-yapıştır yaparak şişirme 437 sayfa iddianame yazdıklarını ve İstanbul’daki Ağır Ceza Mahkemesi hakimlerinin de “Can Dündar ile Erdem Gül’e 35 yıla kadar hapis, bir müebbet ve bir ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle tutuklu yargılanmak üzere hapse koyduklarını ve sonra da serbest bırakıldıklarını” izliyorlardır.
Acaba ne diyorlardır?
* * *
Neydi o savcının adı?
Unuttuk gitti!
Zekeriya Öz’dü!
Almanya’ya kaçtı.
O dönemin başbakanı ve şimdiki Cumhurbaşkanı “ben bu davanın savcısıyım” diyerek Zekeriya Öz’e arka çıkmış, ona binsin diye zırhlı Mercedes makam aracı göndermişti.
Can Dündar serbest kalmış.
Biz bunun neyine sevinelim.
Erdem Gül özgür olmuş.
Neyine umutlanalım.
Yargı gerçekten bağımsız mı?
Şüphelerimiz silinmiş değil.
İstanbul hapse koyuyor.
Ankara hapisten çıkartıyor.
Bu çelişkiye nasıl güvenelim.
SÖYLEŞİ
Monşere muhtaç!
Diplomatları “monşer” diye yıllarca aşağıladılar. Türkiye’nin dış ilişkileri dökülüyor. En son dost diye İncirlik askeri üssünü açtıkları Suudi Arabistan, Rusya ile ortak hareket etme kararı aldı. Monşerler olsaydı, Rusya ile ilişkileri düzeltme peşinde olan Cumhurbaşkanı’nın; “İki tane pilot için gül gibi Türkiye’yi kaybetmeye değer mi?” cümlesini kurarak ölmüş insanları aşağılayan ham laflar etmesini önlerdi. Cumhurbaşkanı bu ham lafı ettiği gün Rusya’da maden kazası oldu. 105 madenci göçük altında kaldı. Monşerler olsaydı, bu kaza duyulur duyulmaz hemen Türk Cumhurbaşkanı’ndan Putin’e “Madenci acını paylaşırım” türü telefonlar giderdi. Böylece ilişkilerin onarılmasında ilk adım atılırdı.