AKP iktidarının, Suriye’deki rejimi yıkmak istemesi, Türkiye’nin rejimini ve hatta güvenliğini tehlikeye attı. Başından beri gizli bir uzlaşma çerçevesinde hareket ettiklerinden şüphelendiğimiz ABD ve Rusya, Türkiye’nin güneyinde bir “Kürt koridoru” kurmak için ellerinden geleni yapıyor. Türkiye ise Suudi Arabistan’dan medet uman bir ülke haline getirildi.
Aslında AKP kapatılmış olsaydı Türkiye bu sıkıntıları yaşamayacaktı. Zira hiçbir iktidar, ABD istedi diye Türkiye’nin komşularına karşı saldırgan bir tutum takınmasına evet diyemezdi.
***
Peki AKP iktidarının, devamı nasıl sağlandı?
Bu sorunun cevabını, Hrant Dink cinayeti soruşturması kapsamında “Tasarlayarak adam öldürmeye yardım etmek” ve “Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak” suçlarından tutuklanan Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarının ünlü polis şefi Ali Fuat Yılmazer, Nazlı Ilıcak’a açıkladı.
Yılmazer, Ilıcak’ın “Ergenekon süreci olmasaydı AK Parti kapatılırdı, diyorsunuz. Peki o zaman siyaset nasıl gelişirdi?” sorusuna şöyle cevap verdi:
“O günün konjonktürel şartları çok farklıydı. Yeniden bir 28 Şubat süreci yaşanabilirdi. (…) Derin yapılar, kendilerine angaje isimleri tekrar etkin pozisyonlara getirecek, AB reformları ülke gündeminden düşürülecek, demokratik kazanımlar tırpanlanacaktı. Laikçi, ulusalcı, Kuvvacı, medeni dünyadan soyutlanmış, devletçi ideoloji tahkim edilmiş olacaktı. Bu ülke hiçbir dönemde olmadığı kadar dindarlar, Kürtler ve azınlıklar için daha bir yaşanmaz hale gelecekti. Ulusalcı söylemlerle toplumsal ayrışma körüklenecek, ülkeyi bölünmeye götürecek bir vasat oluşturulacaktı. Çünkü ulusalcı söylem ve politikalar, asli olarak ülkede birlik ve bütünlüğe değil, ayrımcılığa hizmet eder. Hele ki bizim gibi çok kültürlü ülkelerde…”
Görüldüğü gibi, polis şefi Yılmazer’in “ulusalcı politikalar”la ilgili görüşleri, şu andaki Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “parçalayıcı ulusalcılık” söylemiyle birebir aynıdır.
Bu durumda ne demeliyiz acaba?
“Kendisi içeride ama fikirleri iktidarda” desek yanlış olmaz herhalde!
***
Bir polis müdürü düşünün ki ülkenin benimseyeceği veya reddedeceği ideolojinin ne olacağına veya ne olmayacağına karar veriyor ve bu kararına aykırı düşen kim varsa hakkında soruşturma açıyor! Polisin böyle bir görevi var mı?
Yılmazer de yaptığı hatanın farkında ama “Benim de esasen, bu anlamda ciddi bir özeleştiriye ihtiyacım var. Ben ne olursa olsun ‘seçilmiş hükümetten yana tavır almalıyım’ diye düşünüyordum. Ama yanılmışım… Şimdilerde, siyasi yönden neyin doğru olduğuna karar veremiyorum” diyor.
“Seçilmiş hükümetten yana tavır almak” bir polisin görevi değildir elbette. Polis, hükümetin değil, yasaların polisi olmak zorundadır.
***
Yılmazer, “2012 yılında C-5 isimli bir büro oluşturulmuştu. İstihbarat Daire Başkanlığı Çalışma Yönetmeliği gereği takibi ile yükümlü bulunduğumuz ‘Aşırı Sağ Faaliyetler’ kapsamında, o günlerde kimsenin inkâr edemeyeceği bir tehdit olarak gelişen ‘ulusalcılık faaliyetlerini’ takip etmeye başlamıştık” diyerek, ceza hukukunun “yasasız suç olmaz, yasasız ceza olmaz” ilkesini bir yönetmeliğe dayanarak nasıl çiğnediklerini anlatıyor!
Gerçi, “Biz halkın seçtiği bu hükümete sahip çıkalım diye olmadık işlere girdik ama asla hukuka aykırı bir iş yapmadık” diyor ama o girdikleri “olmadık işler”in hukuka nasıl uygun olduğunu izah edemiyor.
“Fakat kaderin cilvesi, kendisi için olmadık risklere girdiğimiz Erdoğan, zamanında kendisine her türlü düşmanlığı yapmış kadrolarla ittifak geliştirdi” diyerek, hukuku nasıl çiğnediklerini de örtülü olarak anlatmış oluyor… Bir polis müdürü, bir siyasetçi için “olmadık risklere” neden girer acaba?
yeniçağ