Cemaati taşeron olarak kullanarak, darbeyi sahneye koyan“Üst Akıl” açısından, şu üç sonucun oluşabileceği değerlendirilmişti;
1. Darbenin başarılı olması,
2. Darbenin kısmen başarılı olması,
3. Darbenin başarısız olması.
Bu üç durumun da kendi plan ve hedeflerine hizmet edeceklerini görmüşler, o nedenle Cemaatin tetiğe basması için arkadan ittirmişlerdi. Emperyalizme taşeronluk yapmak, gücü nedeniyle onu kullandığını sanmak, büyük bir gafletti. Zamanı gelince harcanacaklarını bilmeleri ve öngörmeleri lazımdı!
Hakkımızda Neler Kurgulamışlar?
Darbenin başarılı olması halinde; Türkiye’nin çağdaş dünyada ötekileşmesi, ekonomisinin iyice bozulması, bölücü ve radikal İslami terörün artması, TSK’da kendilerinden olmayanlara karşı yapacakları büyük çaplı tasfiye operasyonu nedeniyle TSK’nın çok zayıflaması ve ülkemiz de dahil bölgemizde gerçekleştirilmeye çalışılan emperyalist girişimlere karşı devre dışı kalmamız mümkün olacaktı.
Darbenin kısmen başarılı olması halinde, darbeciler Ankara’yı, Genelkurmay’ı ve Kuvvet Komutanlıklarını ele geçirmiş olsa bile; Türk Silahlı Kuvvetleri bu iradeyi kabullenmeyecek, karşılıklı çatışmalar başlayacak, terör bu durumdan istifadeyle kontrolden çıkacak ve Türkiye bir iç savaşa evirilecekti.
Darbenin başarısız olması halinde ise; Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki iktidar hızla radikalleşecek, otoriterleşecek, Cemaate yönelik darbeci soruşturmalar tüm muhaliflere yönelik cadı avına dönecek ve bu durum TSK ve bürokrasiyi zayıflatacaktı. Ayrıca; gelişmeler toplumu keskin çizgilerle kamplaştıracak, bölücü ve radikal İslami terörü azdıracak, durum iç savaşa evirilecek ve Türkiye’nin Batı’dan kopmasına ve NATO’dan çıkarılmasına neden olacaktı.
Küresel Emperyalizm
Yani; her durumda küresel emperyalizmin üst aklı kazanacaktı. “Kazan, kazan, kazan” oynamışlardı. Şunun da altını çizelim; Amerika demek, küresel emperyalizm demek değildi! Amerika ve onun devlet mekanizması; küresel emperyalizmin zaman zaman tamamen, zaman zaman kısmen kullandığı, kullanmaya çalıştığı ve manipüle ettiği yapılardan sadece biriydi, ama en güçlüsüydü.
Küresel ana akım medya; 2016’nın başlarından itibaren, yaklaşık olarak altı ay boyunca Türkiye’de darbe olacağını yazdı. Sonunda darbe girişimi oldu! Şimdi de Türkiye’de iç savaş çıkacak diyorlar. Ne diyorsunuz, yoksa bir şey mi biliyorlar?
Uyardım, Karşılığında Ceza Aldım
Başımıza bugün gelen bu felaketi engellemek için yapılması gereken; darbe girişimini önlemekti! Milli İstihbarat Teşkilatımız bunu yapamadı veya yapmadı. Ayrıca Cemaatin Ergenekon ve Balyoz gibi gayri hukuki kumpas operasyonlarının hedefi olmuş Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesi; bu operasyonların silahşörleri olan Cemaatin kendi içindeki uzantılarını, özellikle General ve Amiral rütbesinde olanlarını temizlemeliydi. Ben bunları yazdım, uluorta anlattım, hatta görevdeki bazı komutanlarımı uyardım. Karşılığında ise bana karşı düşmanlık gördüm. Zamanın Genel Kurmay Başkanı olan Necdet Özel, bu nedenle bana “Orduevlerine girememe” cezası verdi.
Tabii ki Necdet Özel, Cemaatçi ve darbeci değil ama; darbe girişiminin yapılabilmesinde ve akan kardeş kanında yaşamsal derecede hatası ve günahı vardır. Bir komutan; yapılanlardan, yapılmayanlardan ve yapılamayanlardan sorumludur.
Cemaati Kolladılar, Korudular!
Ya 14 yıldır ülkemizi yöneten veya daha doğru bir deyişle, yönetilemez ve savunulamaz hale getiren AKP İktidarlarının darbedeki sorumluluklarına ne demeli! Bugün silahlı terör örgütü olduğunu söyledikleri Cemaati; iktidara geldikleri ilk günden itibaren kolladılar, korudular, hatta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan kumpasın içinde Cemaate yardım ve yataklık ettiler, suç ortağı oldular.
AKP iktidara ilk geldiğinde, Londra Silahlı Kuvvetler ve Deniz Askeri Ataşesi idim. Kısa Başbakanlık dönemi sonrasında değişen kabinede AKP İktidarının Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’ün ilk icraatı; tüm büyükelçiliklere şifreli telgraf çekip (diplomatlar mesaja telgraf der), Cemaate bulundukları ülkelerde yardım etmelerini istemek oldu! Bu, kabul edilemezdi! Telgrafı Genel Kurmay’a göndermek istiyordum. Ama Büyükelçi Akın Alptuna, nezaketlerini de bozmadan, telgrafı benden kaçırıyorlardı. Ben de; Londra Başkonsolosumuz Sanlı Topçuoğlu’ndan aldım ve Ankara’ya kurye ile gönderdim.
İstifa Ettikten Sonra Kaçmadık
Biz; Cemaatin devletin içine sızmasına ve yapılanmasına hep karşı olduk ve mücadele ettik. Bu mücadelenin yıllar içindeki örneklerinden bazıları; 1996’da gemi komutanı olarak 6 Cemaatçi Astsubayı meslekten ihraç ederek, 2000-2003 arasında Londra’da Askeri Ataşe olarak, 2008-2010 arasında ise; ağır saldırılara maruz kaldığımız, Deniz Harp Okulu Komutanı olarak gerçekleşmiştir.
İstifa ettikten sonra da kaçmadık, mücadeleye devam ettik. 2012’de, Casusluk Davası’nda müşteki ve mağdur olmamıza rağmen, Beşiktaş’taki Özel Yetkili Mahkeme’ye gidip; “Bu işin arkasında Cemaat ve Fethullah Gülen var” diyen ve mahkeme zabıtlarına geçirten, sanırız sadece biz vardık.
Pensilvanya’ya El Öpmeye Gitmedik!
Ayrıca 2013’de, herkesin el öpmeye, şefaat ve ikbal dilenmeye gittiği Pensilvanya’ya; biz Odatv’nin iki Barış’ı ile beraber (Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan), eylem koymaya ve içeri atılan aydınların ve silah arkadaşlarımızın hesabını sormaya gittik. Daha sonra, New Jersey’de panel yapıp; Gülen Hareketinin ülkemiz ve dünya barışı için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu Amerikalıların da dahil olduğu topluluklara anlattık. Yani köşemize çekilip balık tutmak, keyfimize keyif katmak varken; risk aldık, operasyonlara, hakaret davalarına, cezalara ve düşmanlıklara göğüs gerdik ve “Aydın Sorumluluğu” içinde görevimizi yaptık.
AKP ise, Cemaati hep destekledi. Cemaatin AKP ile artan gücünü, şu şekilde izah etmek mümkün: Cemaatin, 1970’li yıllardan AKP’nin iktidara geldiği 2002’ye kadar geçen süre içinde başta TSK, Yargı ve Polis olmak üzere devletin kılcallarında elde ettiği gücü, bir birim kabul edelim. 2002’den Ergenekon ve Balyoz serisi operasyonlara kadar, bu güç iki katına çıktı. Ergenekon ve Balyoz gibi gayri hukuki kumpas operasyonlarından sonra, Cemaatin özellikle TSK’daki gücü yine iki katına çıktı. Ama bu; 2002 öncesinin gücünün dört katıydı. Şimdi soruyorum; Cemaatin darbe girişimi yapabilme durumuna gelmesinin başat sorumluluğu kime ait?
Bu ülke bizim, gidecek başka yerimiz yok. Birbirimize karşı kamplaşmaya ve düşmanlığa hiç lüzum yok. Gelecek köşe yazımda; bu durumdan çıkabilmek için ne yapılması gerekir, onu anlatmaya çalışacağım.
Saygılar sunarım.
İLK KURŞUN