Sevimli fok Badem’i evlat edinmiş, mizahsevermiş, spora düşkünmüş, sanatla ilgiliymiş, hayır işlerinde bir numaraymış, mütevazıymış, istihdam yaratıyormuş, kavga değil uzlaşı dilini kullanıyormuş, acayip kültürlüymüş…
Velhasıl, Mustafa Koç iyi birisiymiş.
Kötü olmaya gereksinmeyecek kadar zengin olduğundandır belki!
“Ama kötü zenginler de var!”
Vardır böyleleri de; hayvanlara eziyet ediyor, burunlarından kıl aldırmıyor, en küçük bir eleştiride ortalığı yıkıp geçiriyor, kimseye zırnık koklatmıyor, sanattır kitaptır heykeldir hiçbiriyle ilgilenmiyorlardır.
İyiler ve kötüler…
Bazıları çok tartışmalı ama “insanlık değerleri” açısından baktığımızda yoksullar da bazen kötü olabilir, işçi sınıfından da makbul olmayanlar çıkar elbette.
İyi de bize ne?
Mustafa Koç hayvanları sevdiği için mi ünlü oldu? Eski bir komşum vardı, evini bütün sokak kedilerine açmış, yüzlerce hayvanla yaşar olmuştu. Kimse ilgilenmedi kadınla. Zaten ilgilenilmesini istemiyordu.
Bir toplumsal varlık olarak Mustafa Koç, Türkiye’nin en güçlü patronuydu.
Bizi ilgilendiren budur.
Gücünü mülk sahibi bir sınıfın üyesi olarak elinde tuttuğu fabrikalardan, finans kuruluşlarından, sanayi-ticaret-finans tekellerinden ve de kendi gibilerine hizmet eden sermaye devletinden alıyordu.
Sözde sendika Türk-Metal onun dostuydu, hakkını arayan işçiye saldırı emri veren vali-polis şefi onun dostuydu, Evren dedesinin, Özal babasının, Demirel her ikisinin de dostuydu.
Koç’un dünyasında dostluklar hesaplıdır; üçüncü kuşak holding şefi olarak o da Erdoğan’la dosttu!
Araya Badem’i sıkıştırmış olabilir. Hayvanın tercih hakkı yok ki!
Sokaktaki vatandaş yıllarca aileyi “çürük malı kazık fiyata kakalamak”la itham etti. İthal ikameci dönemde pek yanlış da değildi bu ama meselenin özü gözden kaçıyordu. Ancak yine de sol henüz kendi değerlerini satmamışken, Koç ailesi halkın gözünde pek de itibarlı değildi.
Zaten başımıza ne geldiyse solun aklını koruyamamasından geldi.
Patron sınıfı, sermayedarlar aklandı önce bir güzel. Düşman devlet ve de askerdi. Sınıf temellerinden arınmış bir devlet düşmanlığının sapkınlık olacağını bir türlü anlatamadık.
Şimdi ise popüler olan Erdoğan düşmanlığı…
Taner Timur gibi son derece saygın, her zaman değerli bir aydınımız dahi “…Mustafa Koç son yolculuğuna çıkarken, daha çok, bir karşı-devrim ortamında zulme direnenlere yardım eden yönüyle anımsanmalı diye düşünüyorum. Bir Haziran günü, bir ‘kalender’ iş adamı olarak ‘çapulcu’ların yaralarını sararken…” diye yazabiliyorsa, Türkiye solunun hallice bir bölümünün sermaye sınıfı karşısında havlu attığına kim itiraz edebilir?
Haziran Direnişi sırasında yerli ve yabancı sermayenin bir bölümünün tavrı ayrı bir tartışma konusu ama herhalde şu basit gerçeği hiç unutmamamız gerekiyor: Koç grubu o büyük halk kalkışması sırasında mazlumların değil kendi çıkarlarının derdindeydi.
Tıpkı Arçelik’te, TOFAŞ’ta, Türk Traktör’de mevcut sendikayı beğenmeyen işçileri kapı önüne koyarkenki gibi…
Tıpkı devasa TÜPRAŞ’ı AKP’nin aracı olduğu bir yağma-talan süreci sonunda ele geçirirkenki gibi…
Gezi’deki polis şiddetiydi de, bu ve benzer başlıklarda süren mücadelelere müdahale spor karşılaşması mıydı?
Mustafa Koç iyi midir, kötü müdür, beni zerre ilgilendirmiyor. Daha önemli bir meselemiz var: Bu ülke insanları eşitsizliğe, yoksulluğa, onursuzluğa, diktatör bozuntularına, gericiliğe, kültürsüzlüğe mahkum eden sömürücü sınıftan bir an önce kurtarılmalıdır.
Mustafa Koç neredeyse her hafta Tayyip’le görüşüyormuş. Ne konuşuyorlar?
Golf olmasa gerek!
Söyleyeyim; Koç ve Erdoğan, AKP Türkiyesi’nin normalleşmesi için kafa kafaya veriyorlar. Tayyip’in boyu Koç’a yetmez. Koç da ondan iyisini bulamadı. Birbirlerine en azından şimdilik muhtaçlar.
Diktatörün havlayan köpekleri Mustafa Koç’un arkasından küfrediyor, bir diğer bölüm daha yontulmuş yandaş ise ahlar-vahlarla uğurluyor patronu. Havuç-sopa; helva-beddua.
Ailelere daraltalım, Erdoğan ailesi ile Koç ailesinin birbirini sevmesi için bir neden yok. Ama “dost”lar. Normal insanların “değer”leri egemenlerin dünyasında geçerli değil. Çıkarlar neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar.
Badem’in ise bunlardan haberi dahi yoktu!
Kemal Okuyan