Bu yazıya başladığımda, Tayyip Erdoğan henüz “Beştepe Cumhurbaşkanlığı Sofrası”nda akademisyen, gazeteci ve yazarları ağırlamamıştı. Sofraya kimlerin davetli olduğunu da henüz öğrenememiştim.
(Bu sırada Mustafa Koç’un vefat haberi geldi. Ailesine başsağlığı ve sabır diliyorum.)
Anadolu Ajansı, “Beştepe Cumhurbaşkanlığı Sofrası”nda, “terör ve terörle mücadele” ile “güvenlik-demokrasi dengesi” konularının ele alınacağını bildirmişti ama sofraya kimlerin davetli olduğu belli değildi.
Hangi gazeteciler, hangi akademisyenler?
Sofrada, Erdoğan’a gerçekleri söyleyebilecek insanlar olacak mıydı yoksa yine yandaşlar mı ağırlanacaktı?
Erdoğan, doğruları söyleyebilecek bütün gazetecilere, kendisine hakaret ettikleri iddiasıyla dava açtırmıştı. Hem de ceza davası! Dolayısıyla kendisini, sadece yandaşlarını dinlemeye mahkûm etmişti. Böyle bir toplantıdan yararlı bir sonuç elde edilebilir mi?
***
Fakat Erdoğan şanslı bir kişi.. İmdadına İngiliz Independent gazetesinin Orta Doğu uzmanı olan muhabiri Robert Fisk yetişti.
Fisk, Pakistan’da bir üniversitede yapılan saldırıyı hatırlatarak şöyle yazdı:
“Türkiye, Suriye’den gelen yabancı savaşçıların ve kaçakçıların sınırlarını bir kanal olarak kullanmasına izin verdi. Tıpkı Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı 1979’da işgal etmesinin ardından Pakistan’ın yaptığı gibi.. Şimdi ise tıpkı Pakistan gibi insanlarına yönelik şiddetli saldırılara maruz kalıyor. ‘Erdoğan hükümeti’ ise, tıpkı Pakistan Cumhurbaşkanı Ziya ül Hak’ın 1970’li yıllarda yaptığı gibi giderek İslami karakterini daha fazla ön plana çıkarıyor.
Pakistan’ın güçlü istihbarat servisleri, Sovyetler Birliği ile savaşan mücahitlere silah gönderdiler, daha sonra da Taliban’la işbirliği yaptılar. Taliban, Pakistan ordusuna ve istihbarat kurumlarına sızmayı başardı. Şimdi ise Türkiye’de IŞİD’in bazı unsurları devletin aygıtlarına sızmış gibi görünüyor…”
Yani Fisk, “Bu şartlarda terör önlenemez” demiş oluyor.
***
Sahi IŞİD bir istihbarat organizasyonu olduğuna göre devlete de sızmış olabilir! Esasen medyada. iktidarı destekleyen bazı kalemlerin yazıları da Selefi, Vehhabi ve hatta IŞİD çizgisinde.. Bu durumda Erdoğan onlardan nasıl bir çıkış yolu önermelerini isteyebilirdi?
Veya sofrada Erdoğan’ın yüzüne karşı “Sizin Suriye politikanız Ziya Ül Hak’ın Afganistan politikasına benziyor. Suriye’ye giden yabancı savaşçılara da yol verdiniz. IŞİD’in devlet kademelerine bile sızmasına zemin hazırladınız?” diyebilecek “yürekli” bir yazar çıkabilir miydi?
***
Uluslararası Af Örgütü ise Türkiye’nin Güneydoğu illerinde süren operasyonları eleştirerek, “Hükümetin saldırıları 200 bin kişinin hayatını tehlikeye atıyor” yorumunda bulundu! Sanki Erdoğan’ın her gün üzerinde durduğu PKK destekçisi akademisyenlerin bildirisi gibi! Sanki o bildiri ve Af Örgütü’nün açıklaması, aynı kalemden çıkmış!
ABD’de, İngiltere’de bir terör örgütü, belediyelerin de yardımıyla şehirlere hendek kazıp, barikat kurup özerklik ilan ederse o ülkelerin hükümetleri ne yapar?
Asıl saldırı altında olan Türkiye’dir ama Af Örgütü de zaten öteden deri bu saldırıda kullanılan entrümanlardan biridir! Bazen doğruları da söylerler ama işlerine gelirse..
***
Oysa terörle mücadele konusunda devletin elinde yeterli uzman var. Terörün kalıcı ilâcı, ülke halkını ortak hedefte buluşturmaktır. Cumhuriyeti kuran adamın “Millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek milli ülkümüzdür” sözünü unutur da milleti “Yeni Osmanlı”, “Yeni Anayasa”, “Türk’ü kaldıralım, yerine Türkiyeli diyelim” gibi Büyük Orta Doğu Projesi’nin örtüsü olarak kullanılan hayaller ve çözülme operasyonlarıyla meşgul ederseniz, bölücü emellere “çözüm süreci” diye zemin oluşturursanız, sonradan mecburen terörle mücadele etmeye çalışsanız bile bu yeterli olmaz..
yeniçağ