Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun hazırladığı rapora göre, “DEAŞ;
– Ayetleri bağlamından koparan,
– Dinin temel amaçlarını dikkate almayan,
– Dinin çarpıtıldığı, gayrimeşru yorumlar yapan,
– Nesebi ve nispeti belli olmayan,
– Dışlayıcı, ötekileştirici, kafa kesme, işkence, soykırım gibi korku salan yöntemlere başvuran bir terör örgütü…”
***
Özellikle uyarıyorlar:
– Ülkemiz içerisinde taban bulmasını ve yayılmasını engellemek için siyasi, dini, kültürel tedbir şart!
***
Türkiye’deki “egemenler(!)”in “Bana Müslümanlar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” çizgisinden -hatırlayın o bir türlü adını söyleyememelerini, petrolle besleme iddialarını filan- bu noktaya gelebilmiş olmalarına “şükür” elbette ama keşke Orta Doğu’nun “büyük patron”u fiili operasyona giriştikten değil de mesela Telafer’deki Türkmenlerin aç-susuz sürülmesinden, Türkmen kız çocuklarını tecavüz etmek üzere zorla alıkoymalarından sonra bayrak açsaydı Diyanet, Müslüman kılıklı bu küresel kuklalara!
***
Uçurumun kıyısında…
——
Patlama olmuş!
***
Bu habere tepki geliştirmeden önce sorulması gereken sorular ve alınması gereken cevaplar var artık:
Nerede?
Kim yapmış?
Kime yapmış?
Ölen var mı?
Sivil mi? Asker mi? Polis mi?
***
Ve duruma göre acı duyan da var, aynı havayı soluduğu insanların acısından haz duyan da…
Hiçbir şeyi değilse buna dönüştürmeyi başardılar memleketi sonunda!
Uçurum iki yakasındayız Hızır; dinamit var bütün köprülerin altında!
***
GÜNÜN SORUSU
—–
Eğer sahiden Misak-ı Millî sınırlarımız içinde sayıyorsak, Musul’un işgali Türkiye Cumhuriyeti’nin işgali değil midir?
***
Kadıköy’deki Haldun Taner büstüne saldırmışlar.
“Keşke Yunan ordusu galip geldi” demediği, “mütarekeci” olmayıp “bağımsızlığımızı” savunduğu için zahir!
***
Ah vatanım…
——-
Sayfalarca anlatsanız yine de hakkıyla anlatılmış olamayacak haller bir tek karede akla, fikre, yüreğe kazınabiliyor bazen.
Deklanşöre basan Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş’in Basın Danışmanı, gazeteci Uğur Becerikli;
“Vatansız” bırakılan milyonlarca Suriyeli de, tıpkı, Kilis Elbeyli’de onlarla aynı kampta barınmaya çalışan bu kuş gibi işte… Bir avuç yemek, bir yudum su verenleri var belki de, günün sonunda “ah vatanım” hançeri saplanıyor yine yüreklerine…
İtmeden, kakmadan, hor görmeden, haklarını yemeden önce aklınıza getirirsiniz belki diye…
***
Kronik şüphe üçgeni
Edebiyat-ödül-intihal
——
Nobel ekseninde yürüyen siyasi tartışma olanca yoğunluğuyla devam ederken bir de “otoriteler” mahallesi var. Onlar, bu yıl edebiyat ödülünün müzisyen Bob Dylan’a verilmesiyle birlikte özellikle “edebiyat”ı, “edebi” yeterliliğin ödül için gerçekten de bir “kriter” olup olmadığını tartışıyorlar.
Türkiye’de mevzunun temel referansı -haliyle- Orhan Pamuk.
O da siyasi/ideolojik tavır/tavırsızlıklarıyla elde ettiği dokunulmazlığı Nobel’le taçlandıran/meşrulaştıranlar sınıfında varsayıldığından Dylan üzerine başlayan polemik, Pamuk’a dair eski defterleri de açma vesilesi.
Okurlarımızdan Osman Ünal, bütün dikkat çekme çabalarına rağmen konuyu edebiyat eleştirmenlerinin gündemine taşıyamayınca bize yazmış. Soruyor:
Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi, sizce de Mehmet Rauf’un Eylül’ünü andırmıyor mu?
Andırmanın da ötesinde, Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ni Eylül’ün ana hatları üzerine inşa ettiği iddiasında Ünal.
Ne dersiniz;
Sık sık Marcel Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sinden esinlendiği(!) iddialarıyla gündeme gelen Masumiyet Müzesi aslında Kemal-Sibel-Füsun-Feridun dörtgeni Süreyya-Suat-Necip-Hacer dörtgeninden “uyarlama” olabilir mi?
yeniçağ