“Sen niye düşüncelerini yazmıyorsun” diye çok mesaj aldım şu akademisyenler bildirisi ile ilgili. İçeriğine katılmamım asla ve asla mümkün olmadığı bir sözde bildiri için aslında diyebilecek çok sözüm vardı. Ama bu tartışmanın nereye gittiğini görmek için biraz beklemem lazımdı.
Neden?..
Çünkü, bu işin kayıkçı kavgası olduğuna inanıyordum. Dünün çözüm ortaklarının, akiller masası paydaşlarının el ele kol kola nasıl Türkiye’ye zehir zerk ettiklerini en yakın takip edenlerdenim. Ankara’nın şerrindense Brüksel’in şefaatine sığınanların gerçekleştirdikleri ittifakların, yağmaladıkları iktidar rantlarının da en iyi gözlemcilerindendim. Devletin milletin bekası için terör örgütü ile kurulan masaları en ağır eleştirip “kandan beslenenler” suçlamasına maruz kalanlardan sadece biriydim.
O sözde akademisyenlerin sözde solcuların Türk devleti ve milletine indirilen balyozlarda, iktidar ortaklığı anlaşmasında nasıl rol oynadığını AKP’nin ve R. Erdoğan’ın değirmenine nasıl su taşıdığını çok iyi bilenlerdendim.
“Çözüm süreci” yememişti. R. Erdoğan’ın Başkan olması, Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması, ilk etapta özerkliğe geçilmesi için kurgunun ters yüz edilmesi ve zıt bir senaryonun sahneye konulması lazımdı. Milliyetçi reflekslerin köreldiği şu günlerde geride kalanlarında AKP’ye ve Başkanlığa ram edilmesi için bir düşman kamp ilan edilmesi ve tuzağa düşmelerini beklemek gerekiyordu. Çözüm sürecine taş koyan TSK’ya da uluslararası bir balyoz indirilmesi lazımdı. Akademisyenler bildirisi, tezgahın sadece önemli bir parçasıydı. Hatırlayın bir kere o mutlu (!) “çözüm süreci” günlerinde yayınlanan akademisyenler karışık akiller bildirilerini. Başta Nevruzlarda olmak üzere bebek katili Öcalan’ın mektuplarına düzülen övgüleri. Recebi medyada boy gösteren aydınları!.. O günlerde söylenenler yazılıp-çizilenler bugünkü akademisyenler bildirisinden daha mı gerideydi?.. Hangisine ne soruşturma açıldı?.. Ne işlem yapıldı?..
Beklemek de haklı çıktım kendi payıma. Kayıkçı kavgasının nereye varacağını az çok tahmin edebiliyordum. Gördüm ki, ABD Başkan yardımcısı Biden İstanbul’a geldi ve Condrad’da masayı kurdu. Arabuluculuk masasını.. Bizim anlı şanlı sözde solcular, sözde aydınlar, AKP’nin Kürtçüleri ile birlikte diziliverdiler tespih tanesi gibi efendilerinin karşısına. Rollerini oynadılar fikir ve ifade özgürlüğü adına!.. AKP’nin ilk kurulduğu günlerdeki amaç ve araçlarında hiç bir değişiklik yoktu. Batılı efendilere şikayet edildi Türkiye. Bir de Türkiye’yi NATO’dan kovma tehdidi atıldı ortaya!.. Aklıma, daha geçenlerde yazdığım, terör bölgesinde yapılan operasyonlarda kasten doldurulmayan hukuki boşluklar yüzünden TSK içinde “NATO’da savaş suçlusu olarak yargılanma” tartışmaları geldi. Paralel olarak, akademisyenler bildirindeki “katil devlet” suçlamaları ile birlikte.. Yahu, Türkiye’de fikir ve ifade özgürlüğü adına baskı ve zulüm uygulanan siyasetin diğer yelpazesinde olan fikir adamları, aydınlar yok muydu?.. Fakat, amaç o değildi ki !.. İşin özü; PKK tezgahlarına yeni alan açmak ve Türk Devletinin ve onun yegane savunucusu TSK’nın belini kırmaktı. Hem de İstanbul’da sarayda oturan R. Erdoğan’ın seyrinde. Biden efendinin de ikinci kez Cumhuriyetin Başkenti Ankara’ya gelmeyi reddetmesi de Anıtkabir’e uğramaması da basit bir tesadüf müydü?..
Görebiliyor musunuz, kimin neye nasıl fit olduğunu?..
YENİÇAĞ okurlarına akademisyenler bildirisindeki tepki samimiyeti ile ilgili farklı bir kesit sunayım;
Geçtiğimiz Çarşamba günü Ankara’da İçişleri Bakanı Efkan Ala, YÖK Başkanı Yekta Saraç’ın başkanlığında “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri Rektörler Toplantısı” düzenlendi. Taşımalı şehir projesinin tartışıldığı günlerde yapılan toplantının sonucu akademik çevrelerde heyecanla bekleniyordu. Sonunda YÖK’ten, “toplantıda, bölgedeki üniversitelerde eğitim-öğretimlerini sürdüren öğrencilerimizin ve bu üniversitelerde görev yapan idari ve akademik personelin yaşadıkları akademik ve güvenlik boyutundaki sorunlar bütün yönleriyle ele alındı. Artan terör olayları nedeniyle bölgedeki yükseköğretim kurumlarında görev yapan personelin ve eğitim gören öğrencilerin yaşanan bu hadiselerden etkilenmemesi için alınması gereken kararlar ve atılması gereken tüm adımlar istişare edildi” diye suyuna tirit bir açıklama yapıldı. Bölgede canları pahasına görev yapan akademisyenler Rektörlerin gelip kendilerine bilgi vermesini beklediler. Ama ne gezer!.. Rektörler lal olmuştu!.. Bazıları bilgi diye YÖK yazılı açıklamasını paylaştı akademisyenlerle. Bölgede, kendileri ile bizzat görüştüğüm birçok öğretim görevlisi şunları ifade ediyor;
“Bazı Üniversitelerin kapatılacağı bazılarının da yer değiştireceği söyleniyor. Ne olacak?.. Üniversitelerde eğitim-öğretim güvenliği kalmadığı gibi can güvenliğimiz de yok. Derslerde PKK’lı öğrenciler tarafından açıktan tehdit ediliyoruz. Derslerde Türkiye Cumhuriyeti, Türk diyemiyoruz. Dersek faşistlikle suçlanıyoruz tehdit ediliyoruz. Öğrenci yurtları PKK kampları haline geldi. Bazı Rektörler açıktan Kürtçülük/PKK propagandası yapılıyor. Kadroculuk yapıyorlar. Üniversiteleri terk etmemiz için ağır baskı uygulanıyor. Ara tatilde memleketlerimize gitsek dönüşte neyle karşılaşacağımız belli değil.”
Akademik hassasiyeti (!) olanlara bir çift sözüm olacak;
Çok mu samimisiniz? O zaman koltuklarının derdine düşmüş rektörleri değil de Doğu ve Güneydoğu’da görev yapan vatan millet derdinde olan akademisyenler ile toplantı yapın da görelim. Onların anlattıklarına, sorularına cevap verin de görelim!.. Verebilirseniz; cevaplarınızı da kamuoyuna ilan edin de, görelim akademik samimiyetinizin ölçüsünü!..
yeniçağ