Fırtınalar koparan (!) Salı günkü AKP grup toplantısının ardından dün gözlerimiz ve kulaklarımız saraydan gelecek haber ve kulislerdeydi. “Başbakan” Ahmet Davutoğlu’nun “elimin tersiyle iterim” kamuflajlı konuşmasının ardından 29 Nisan saray darbesinin gölgesinde toplanan MKYK çok kısa sürmüştü. Ahmet Hoca da içeride herhangi bir tarafın beklentilerini net karşılayacak sinyal vermemişti. Önceki gün, AKP’de herkes kendi kafasına göre yorum yapıp, aldığı duyumun en doğrusu olduğunu iddia ederken, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın AKP’nin yeni genel başkanı olacağını ileri sürenler bile vardı. MKYK toplantısının bitiminde hararetli tartışmalar, yeni genel başkanın kim olacağı konusunda takım elbisesine varan bahislerle -nereden olacağını söylemeyeceğim pahalı reklama girer- devam ediyordu. Derken; saraydan gelen Erdoğan-Davutoğlu görüşmesinin olağan “devlet günü” (Perşembe) değil Çarşamba saat 18.00’de yapılacağı haberi kulisleri daha da dalgalandırdı. Gözler dün sarayda gerçekleşeceği ilan edilen geleneksel(!) muhtarlar toplantısına çevrildi. İktidar kulislerinde genel kanaat oydu ki; “reis net mesajını verecek”ti!..
Eh!.. Biz de havuzun dışında kalan saray yasaklısı gazetecilerden olduğumuz için (bundan asla şikâyetçi değilim-aht-) televizyonumuzun başında R.Erdoğan’ın konuşmasına pür dikkat kesildik. Erdoğan’ın Davutoğlu’na mesaj sayılabilecek cümleleri çok kısaydı;
“Makamlar insanlara hizmet için bir araçtır. Muhtar da, Cumhurbaşkanı da, Başbakan da olsanız, kalbiniz ve zihniniz ülkeye hizmet için çalışmalıdır. Kendi ideolojik saplantıları, kendi çıkarları için hizmet makamlarını işgal edenler Türkiye’nin birikimini artırmak şöyle dursun mevcudu da heba etmişlerdir. Cumhurbaşkanları 2 dönem yapıyor ama sizin için sınır yok. Siz ne kadar gücüm yetiyor derseniz o kadar devam edersiniz. Ben 30 yıldır 35 yıldır muhtarım diyenler var.”
Erdoğan üslubuna göre, bu mesaj çok diplomatik sayılabilir!.. Hatta, siz de “ben bu mesajdan Erdoğan, Türk tipi başkanlık modeline göre ömür boyu görev istiyoru anladım” diye yorum yapabilirsiniz. Tartışmasız katılırım!..
Ancaak!.. Saltanat dairesindeki gerçek kırılmaları anlayabilmek için daha dikkatli olmalıyız. R.Erdoğan ile Ahmet Hoca arasındaki en derin kırgınlık, havuz medyasında yapılan servislerde dendiği gibi; 7 Haziran seçimleri öncesinde milletvekilleri listesinden, 12 Eylül kongresinde oluşan MKYK listesinden, Bakanlar Kurulu listesinden ve son olarak MKYK’daki yetki devrinden kaynaklanmıyordu. Tamam, bunlar Ahmet Hoca’da travmalar yaratmıştı ama siz öyle çok mırın kırın ettiğini duymuş muydunuz, bir şekilde kabul etmişti!.. Ahmet Hoca’nın gerçekten dünyasını tamamen karartan kırılma R.Erdoğan’ın Hırvatistan’dan dönerken kendi kabin ekibine söylediklerinden havuz medyasına yansıyan ve yansımayanlardı. Şööyle kısa bir alıntı yapalım;
“Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz’un (Türkiye otoriterleşiyor) ve (Muhatabımız Cumhurbaşkanı değil, hükümet) minvalindeki açıklamalarının seviyesiz ve kalitesiz olduğunu vurguladı. Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olarak buna cevap vermesinin uygun olmayacağını belirten Erdoğan, ‘Bahsettiğiniz kişi, benimle ne zaman görüşse, liderliğimin ne kadar saygın olduğundan söz eder. Yüzüme karşı böyle konuşan bir insanın şimdi o türden tavırlara girmesine ne demeli? Ben bu tür davranışları, Alman ekolünün Türkiye’ye bir operasyonu gibi görüyorum’ dedi.
Erdoğan, ‘Sayın Başbakan, (Tam Başkanlığı benimsiyorum dersem, kendimi inkar etmiş olurum) anlamında bir cümle kullandı. Anayasa nasıl hazırlanmalı?’ sorusunu, ‘Onu, Ahmet Bey’e sorun (gülüşmeler). Amacımız alternatifleri değerlendirebilmek’ diye yanıtladı.
“Ahmet Hoca’nın uçakta konuşulanlarla ilgili açık ve kapalı kaynaklardan duydukları moralini çok bozmuştu. Üstüne üstlük çok alınmıştı!.. Yakın çevresine de, “Erdoğan beni Alman operasyonunun parçası olarak görüyor” demişti. Başbakanlık kaynaklarına göre, Ahmet Hoca tam bu noktada gözden çıkarıldığına emin olabilmişti. MKYK’daki darbe, üstüne tuz biber oldu!..
Yine dönelim 3 Mayıs Salı’ya!..
R.Erdoğan tarafından malum olan grup konuşması sırasında, medya kuruluşlarına, “sürpriz ziyaret” başlığı altında Erdoğan’ın Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile birlikte Özel Kuvvetler Komutanlığı’na yaptığı ziyaretin oldukça kapsamlı yüksek çözünürlükte fotoğrafları servis ediliyordu.
En net ve görünürü olan; Süleyman Şah çekilişi ile birlikte verdiği fotoğraflarla Genelkurmay benim yanımda, başkomutan benim iddiasında bulunan “Başbakan”a R.Erdoğan, böylece çok net bir gol daha atmıştı. Ahmet Hoca, bu hamlenin de hemen karşılığını verdi. Dün sabah ajanslara düşen bir haberde gördük ki Ahmet Hoca; Al Jazeera’ya verdiği özel söyleşide, “kara güçlerinizi Suriye’ye göndermeyi düşünüyor musunuz” sorusuna şu cevabı vermiş;
“Eğer gerekiyorsa göndereceğiz. Kara güçleri elzem duruma gelirse göndeririz…”
Nereden baktığınıza bağlı!.. Siz buna “Ahmet Hoca, başkomutanlık iddiasını sürdürüyor” da diyebilirsiniz. Ben biraz farklı düşüncedeyim. TSK, yıllardır tüm baskı ve kumpaslara rağmen Suriye bataklığından geri duruyor. Ahmet Hoca da göreve atandığından beri paralel tutumlar sergiledi. Bu sarayı en fazla rahatsız eden konuların ilk sırasındaydı. Ahmet Hoca’nın yeni Suriye çıkışını “beni deliğe süpürme” için son hamlelerinden biri olarak düşünüyorum.
Alman ekolü mü, Amerikan ekolü mü?.. İşte tüm mesele burada!..
Kafanız karışmasın!.. Kısaca özetleyelim, çarpıcı olabilecek bir başlıkla;
“Saltanatta, Ekoller Adına Başkomutanlık Muharebesi!..”
Not: Bu yazı saat 18.00’da gerçekleşeceği ilan edilen Erdoğan-Davutoğlu görüşmesi öncesinde kaleme alınmıştır.
yeniçağ