Ekim 2016 tarihinde Çanakkale Boğazı’na köprü yapılması konusunda açıklamalar yapan Başbakan Binali Yıldırım’ın söyledikleri her zamanki gibi tuhaftı: “Çanakkale geçilmez, tarihte kaldı. Çanakkale geçilir, her türlü geçilir hale geliyor. Denizden geçiliyor, havadan geçiliyor, şimdi karadan da geçilmiş olacak.”
“Çanakkale geçilmez” sözünün kaynağını bile bilmeyenlerin, güzel ülkemizi yönetmeleri tarihin garip bir cilvesidir. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiltere ve Fransa, Çanakkale’ye önce denizden saldırdılar ama kahraman askerlerimiz buna izin vermediler. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa, sömürgelerinden getirdikleri askerlerle kara harekatına girişti. Dünyanın en kanlı, en sert çarpışmalarının yapıldığı Çanakkale’de, “ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” diyen Türk tarihinin eşsiz kahramanı Mustafa Kemal Atatürk vardı. Çanakkale Savaşı’nın büyük komutanı Atatürk ve kahraman Mehmetçik sayesinde Çanakkale geçilemedi.
Türkiye’nin kapısı olan Çanakkale, ne kadar sağlam olursa, ne kadar iyi savunulursa ülkemiz o denli güven içinde yaşar. Çanakkale, vatan sevgisinin destanıdır, “Çanakkale geçilmez” sözü düşmana karşı anlam bulmuş, anti emperyalist bir kahramanlık destanının özetidir. Bu gerçeği bilmeyen ya da görmeyen birinin Türkiye’yi yönetmesi büyük şanssızlıktır. Türk Milletinin övünç kaynağı olan, emperyalistlere geçit verilmeyen bir gerçeğin espri konusu yapılması, aymazlıktır, sapkınlıktır ve ileride ihanete kadar gider.
Başbakan Binali Yıldırım 30 Ekim 2016 tarihinde de İstanbul İl Başkanlığı Genişletilmiş Danışma Meclisi’nde yaptığı konuşmada “başkanlık gelmezse ülkenin bölünme riski var. Başkanlık üniter yapı ile olacak” dedi. Terör örgütüyle mücadeleyi bırakıp, müzakere yapılırken, Habur’dan giriş yaptırılan teröristlere çadır mahkemeleri kurularak kahraman gibi karşılanırken, terör örgütünün kentlere bomba döşemesine göz yumulurken ülkemizin bölünme riski yok muydu?
9 Kasım 2016 Salı günü HDP’nin TBMM’deki grup toplantısına Belçika, Avusturya ve Lüksemburg Büyükelçileri, Finlandiya, Avusturya ve İspanya Müsteşarları, Yunanistan ve Almanya Başkatipleri ile AB Türkiye delegasyonu dahil olmak üzere toplam 38 diplomatın katılması ve tutuklu milletvekillerinin sıralarına oturması her türlü diplomatik kurallara aykırıdır. Bu diplomatlar kendi görev alanlarının dışına çıkarak doğrudan Türkiye’nin iç politikasına karışmışlardır. PKK terör örgütüyle gerçekten mücadele eden bir siyasi iktidarın, bu küstah diplomatları “istenmeyen adam” ilan ederek, Türkiye’den kovması gerekir.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Yasin Aktay, CHP Genel Başkanı’nın, 17 Aralık’tan sonra ‘FETÖ’ ile işbirliğine geçtiğini söyleyerek, “biz hadi saftık bilmiyorduk ama sen biliyordun onların terör örgütü olduğunu” diyerek, saçmalamakta sınır olmadığını kanıtlamıştır. “Ne istediler de vermedik” sözü başlı başına bir itirafken, “paralel yapı” değerlendirmeleri ile “aldatıldık” söyleminin ardına sığınmak, Fethullah Gülen cemaatinin bugünlere taşınmasının en önemli nedenlerindendir. Şimdi “saftık, bilmiyorduk” söylemiyle, işin içinden sıyrılmaya çalışmak isteyenler, günü gelince bağımsız yargıda hesap vereceklerini düşünmelidirler.
11 Kasım 2016 Cuma günü El-Cezire televizyonuna konuşan Tayyip Erdoğan “Türkiye hiçbir dönemde bu kadar özgür, bu kadar huzurlu, bu kadar rahat bir dönem yaşamamıştır” diyerek, bu sıkıntılı günlerde tüm toplumu acı acı da olsa güldürmeyi başarmıştır. Bugün Türkiye’de ifade özgürlüğünün olduğunu söyleyenlerin akıl sağlıklarının, sağlıksız olduğu kesindir. Bu sağlıksız yapılarla da güzel ülkemiz, ortaçağ karanlığına doğru hızlı bir şekilde sürüklenmektedir. Bu sağlıksız yapıya son vermek için muhalefet partileri ile demokratik kitle örgütleri ve sendikaların bir an önce toparlanması gerekmektedir. Bu toparlanma sonucu yapılacak örgütlü mücadelenin başarıya ulaşma şansı vardır. Bu şansın iyi kullanılması gerekmektedir çünkü önümüzdeki vakit daralmaktadır.
İlk Kurşun Gazetesi, 14 Kasım 2016.