12 Eylül 1980 darbesi öncesinde ülkemizde hemen her gün ortalama 10 kişi öldürülüyordu. Kamu görevlileri solcu, sağcı, dinci olarak bölünmüştü. Aynı bakanlıkta çalışanların, farklı katlara gidemedikleri dönemler yaşandı. Kamu personelinin görevlerine son verilmesinde bile bugün yaşananlar olmamıştı. 80 bine yakın memurun açığa alınması demek ne demek öyle?
Devlet Memurları Kanunu’na göre; uyarma, kınama, aylıktan kesme ve kademe ilerlemesinin durdurulması cezalarında bir ay içinde disiplin soruşturmasına, memurluktan çıkarma cezasında altı ay içinde disiplin kovuşturmasına başlanmadığı takdirde disiplin cezası verme yetkisi zamanaşımına uğrar. Çıkarılan 669 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile “15 Temmuz 2016 tarihinden sonra milli güvenlik gerekçesiyle görevden uzaklaştırılan kamu görevlileri hakkında ilgili mevzuatında öngörülen soruşturma açma süreleri olağanüstü hal süresince uygulanmaz” hükmü getirildi. Yani açığa alınan memurun göreve ne zaman başlatılacağı belli bile değil.
“SENİ AÇIĞA ALDIM”
Gerçekten terör örgütüyle bağı saptananlar hakkında işlemler yapılsın ama her olayı, konuşmayı, yorumu FETÖ’ye bağlama alışkanlığından da vazgeçilmeli. Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Görevlisi Dr. Mihriban Yıldırım, öğrenciliğinden bu yana solcu kimliğiyle tanınıyor. Onun açığa alınması solcu kamu görevlilerine bir gözdağı olarak nitelendiriliyor. Mihriban Yıldırım gibi nice Atatürkçü, laik, çağdaş kamu görevlileri açıkta… Gerçekten hakkında soruşturma açılması gerekenlerin yanı sıra hak etmeyenler de şöyle bir yazıyla açığa alındı:
“Kurumumuzda ‘Paralel Devlet Yapılanması’ ile bağlantılı veya söz konusu örgüte destek ya da yardımcı olma durumu olan personel hakkında başlatılan soruşturma kapsamında, hakkınızda soruşturma başlatılmış olup, soruşturmanın selameti açısından 657 Sayılı Kanun’un 137. maddesi uyarınca görevinizden uzaklaştırılmış bulunmaktasınız. Bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.”
Neden görevden alındığınıza ilişkin bilgi-belge istendiğinizde bunlar verilmiyor. Maaşınızın üçte ikisini ödeyip; ne zaman başlayacağı, ne zaman biteceği belli olmayan soruşturma sonucuna kadar “Siz evinizde oturun” deniliyor. Devlet, memuruna bu kadar zulüm yapar mı?
12 EYLÜL’Ü HATIRLAYALIM
12 Eylül 1980 darbesinden hemen sonra 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na yapılan eklemelerle sıkıyönetim komutanlarına (genel güvenlik, asayiş veya kamu düzeni açısından çalışmaları sakıncalı görülen veya hizmetleri yararlı olmayan) kamu personelinin görevlerine son verilmesi yetkisi getirildi. O dönemde 71’i öğretim üyesi, 12’si mülki idare amiri olmak üzere toplam 4 bin 891 kamu personelinin görevlerine son verildi.
Kamuda istihdamları sakıncalı görülen/hizmetleri yararlı bulunmayan personelin topluca tasfiyesi için daha farklı/köklü/özgün bir yöntem izlendi. Bu amaçla 14 Kasım 1981 tarihinde Emekli Sandığı Kanunu’na eklenen geçici maddeyle anılan personelin bir bölümünün erken emekli edilmesi suretiyle kamu hizmetlerinden hızla uzaklaştırılması hedeflendi. Bu amaçla; kamu görevlilerinin o tarihlerde 25 yıl olan hizmet süresi 20 yıla düşürüldü, 55 yaşını ve 10 hizmet yılını dolduranlara da emeklilik hakkı getirildi. Ayrıca kendi isteği ile emekli olanlara ödenecek ikramiyeleri de yüzde 25 oranında artırıldı.
Emekli olmak isteyenlere 31 Aralık 1980 tarihine kadar başvuru süresi tanındı. Belirtilen süre içinde emekliliğini talep etmeyen kamu personeli ise 31 Ocak 1981 tarihine kadar kurum/kuruluş yetkililerince re’sen emekli edilebileceği ve bu durumda olanlara sadece yüzde 15 oranında ek ikramiye ödeneceği yolunda düzenleme yapıldı.
SIKIYÖNETİMDEN BETERMİŞ!
Sıkıyönetim Kanunu kapsamına girmek istemeyen yaklaşık 20 bin kamu görevlisi kendi istekleriyle emekli oldu. Emeklilik başvurusunda bulunmayan (Merkezde/illerde kurulan komisyonların personel sicil dosyaları üzerinden yaptıkları inceleme ve değerlendirme sonucunda) ve kamuda görev yapması sakıncalı veya hizmetleri yararlı olmadığı anlaşılan personel de, ilgisine göre Bakanlar Kurulu kararı veya müşterek kararlarla re’sen emekli edildi. Zorunlu olarak emekli edilenlerin sayısı 33’ü merkez valisi, 50’si mülki idare amiri olmak üzere bin 300 civarındaydı.
12 Eylül darbesini izleyen ilk iki ayda, Anayasa’nın olmadığı/kaldırılmış olduğu bir dönemde, askeri yönetimce sakıncalı/hizmette yararlı olmadığı değerlendirilecek kamu personelinin tasfiyesini öngören “emekliliğe teşvik” yöntemi; özgün niteliği ve uzlaşmacı yaklaşımıyla etraflıca incelenmeye, ele alınmaya değmez mi?
Mevzuatı çok iyi bilen Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen’e “Açığa alınanlar ne yapmalı?” diye sorduğumda “Yapacakları bir şey yok. Bekleyecekler. Burada önemli olan idarenin ne yapacağıdır. Çünkü, zaman aşımı da işlemiyor” dedi. Sıkıyönetim döneminde yapılmayanlar, Olağanüstü Hal Yasası’na dayanarak yapılıyor. OHAL, meğer sıkıyönetimden de betermiş…