Suudi Arabistan din ve ahlak polisinin yetkilerini sınırlandırıldığına yönelik haberler geliyor. Suud Kralı’nın, eli sopalı din polisi kimliğindeki zorbaların kadınlara yönelik baskılarının şiddetini azaltmaya karar verdiği anlaşılıyor. Totaliter, baskıcı ve zorba rejimler sürdürülebilirliklerini günümüz şartlarına uygun davranmaktan geçtiğini anlamış bulunuyorlar.
Türkiye’de durum!
Bu durum Türkiye’nin de içinde olduğu siyasi jeopolitikte demokratik değerlerin giderek rağbet görmeye başladığının alametidir. Terör, savaş ve baskıcı rejimlerle kuşatılmış Türkiye, demokrasi ve hukuk devleti adası kimliğinde tek ülkedir. Bütün aksaklıklarına rağmen kişinin temel hak ve özgürlükleri Türkiye’de anayasal teminat altındadır.
Türkiye’nin hem anayasası hem de devleti kuramsal ve yapısal olarak demokratiktir. Türkiye’de baskıcılık, adaletsizlik ve haksızlık yetkililerin uygulamalarından kaynaklanıyor. Nitekim Balyoz, Casusluk ve Ergenekon davaları onca düzmece senaryoya rağmen sonuçta iflas etti. Türkiye yargılayanların bile yargılandığı bir ülke konumuna geldi.
Türkiye’de basın, ifade özgürlüğü ve demokratik hakların kullanılmasıyla ilgili sorunlar vardır. Ancak bu durum anayasadan ya da yasalardan değil aksine yargıyı zorlayan ve siyasi amaçları için kullanan iktidardan kaynaklanmaktadır.
Davutoğlu Avrupa’ya teminat veriyor!
Başbakan Davutoğlu, bu sebepten olacak Avrupa Konseyi Parlamenterler meclisinde ‘Yeni Anayasa’ ile ilgili olarak muhataplarına şu teminatı veriyor: “Anayasanın ruhunda Avrupa Konseyi’nin temel ilkeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi temel unsur olacak. Bunu size bir garanti, teminat olarak söylüyorum. Dünyanın evrensel demokratik değerlerine aykırı tek bir madde anayasamızda bulunmayacak.”
Türkiye Cumhuriyeti anayasası zaten mevcut haliyle Avrupa Konseyi’nin ilkelerine, AİHS’i referans olarak alıyor. Buna rağmen iktidar baskıcı ve özgürlükleri yok sayıcı biçimde davranabiliyor. Basın ve ifade özgürlükleri konusu, hakların yasalarda olması ya da olmaması sorunu değil uygulamaların kalitesinin düşük olmasından kaynaklanıyor.
Başbakanın Avrupa Konseyi’nde verdiği söz iyimser bir hava yaratabilir. Ancak ‘Yeni Anayasa’ ile ilgili AKP’nin yürüttüğü süreç dikkate alındığında Başbakanın söylediklerinin havada kalma ihtimali yüksektir.
Anayasa çalışmalarını demlenmeye bırakmak!
“Yeni Anayasa” darbenin dayattığı anayasadan kurtulmak, özgürlükleri teminat altına almak ya da yurttaşlara daha fazla haklar sağlamak için ortaya atılmış değildir. Eğer öyle olmuş olsaydı, bütün tarafların iştirak ettiği bir anayasa yazım süreci hayata geçirilebilirdi.
Bütün tarafların ve özellikle siyasi partilerin yazımına iştirak etmediği bir anayasa Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası olamaz. AKP, “Yeni Anayasa” adı altında yalnızca AKP tarafından yazılan anayasadan söz ediyor.
Siyasi ortamın sonuna kadar gerildiği, ötekileştirmenin alabildiğine sürdüğü, kutuplaşmanın zirveye vurduğu bir ortam her şeyden önce anayasanın yazımına uygun değildir. Bu durumda AKP’nin yazdığı ve onaylattığı anayasa Türkiye Cumhuriyeti’nin değil AKP’nin anayasası olacaktır.
Bu sebepten olacak Başbakan Davutoğlu, anayasanın demlenmeye bırakıldığını söyledi. Siyasi bir mutabakat sağlanana kadar anayasanın demlenmede kalması barış ve huzur yönünden sevindiricidir. Suudi Arabistan ve İran’ın bile hak ve özgürlük alanlarını genişletmeye çalıştığı bir ortamda Türkiye’deki iktidarın anayasa konusunda dayatma içine girmesi yanlıştır!