Mecnun Odyakmaz’ı bilirsiniz.
Sivasspor Başkanı’dır.
Sivaslıdır. Türk’tür. Milliyetçidir.
Murathan Mungan’ı bilirsiniz.
Mardinlidir. Yazardır. Şairdir.
Arap’tır. Sosyalisttir.
Musa Anter’i bilirsiniz.
Nusaybinlidir. Yazardır. Şairdir. gazetecidir.
Kürt’tür. Kürt siyasi hareketlerinin önde gelen isimlerindendi.
Bu üç isim de akrabadır…
Akrabalık bağları nasıl mıdır?
Bu sorudan önce yazacaklarım var.
İnsanın tek kimliği yok; gazetecilik kimliğimin diğer kimliklere baskın olmaması için elimden geleni yaparım.
Örneğin, edebiyatla bağımı koparmamaya çalışırım.
Bu hafta Suriye-kimyasal silahlar ve Türkiye konusunda üç zor makaleyazdım.
Çalışırken ortaya çıkan gerçekler insanın sinirini bozuyor. Böyle zamanlarda kurtarıcım, müzik ve edebiyat olur.
Bu hafta Murathan Mungan’ın “Harita Metod Defteri” adlı yeni çıkan kitabını aldım ve hemen okudum.
Ben, Mungan’ın şiirlerini, öykülerini severim.
Hak ettiği değeri bulamadığını düşünürüm. Neyse.
“Harita Metod Defteri” bir tren yolculuğuyla beni Mungan’ın sır dolu hayatına sokuyor.
Sayfaları çevirdikçe şaşırıyorum.
Bu bir anı kitabı mı?
Bu bir biyografi mi?
Belki “evet” belki “hayır.”
Şurası gerçek ki, Mungan çocukluğunu ve gençliğini anlatırken çok samimi/açık sözlü. Bir anda kendimi aile sırlarının peşine takılmış görüyorum.
Büyük derin yaralar karşısında afallıyorum.
Bu ailenin sırları fena halde canımı yakıyor….
Daha 17 yaşında
Murathan Mungan…
İsmail – Muazzez çiftinin oğlu.
İstanbul’da 1955’te doğuyor.
Kısa bir süre sonra annesinin psikolojik rahatsızlıkları ortaya çıkıyor; şizofreni tanısı konuyor, hastaneye yatırılıyor.
İsmail Mungan, 1.5 yaşındaki oğlunu alıp Mardin’e dönüyor.
İkinci evliliğini yapıyor.
Murathan Mungan, Habibe Hanımı öz annesi biliyor; ona hep “Haboş” diyor.
Aradan yıllar geçiyor.
Mungan liseyi bitiriyor ve gerçeği öğreniyor.
17 yaşında öz annesini aramaya başlıyor.
Muazzez Hanım, emekli kız kardeşi ve annesiyle İstanbul’da yaşamaktadır.
Fakat… Bu görüşmenin Muazzez Hanım’ın psikolojisini nasıl etkileyeceğini bilemiyorlar. Doktoruna başvuruyorlar. Ve…
Bir oyun oynamaya karar veriyorlar; bir genç ile annesi yan daireyi kiralamaya gelecek!
Haboş oğlunu böylesine zor günde yalnız bırakmak istemiyor.
O günü Murathan Mungan anlatıyor:
“O gün yanımızda arkadaşım Hami Çağdaş’ın ağabeyi Levent var. İstanbul’u bilmiyoruz diye adres bulmada bize yardım ediyor.
Hiç bitmeyen bir yol kalmış aklımda, Maltepe Feyzullah Caddesi, Gümüş Sokak; bahçe içinde tek katlı o ev. Dış kapının mandalını indirip sol tarafa yöneliyoruz, birkaç basamakla çıkılan bir sahanlık, açılan kapı, ilk gördüğüm gelenlere telaşla terlik çıkarmak için öne eğilen bir kadın: Annem. Düğüm.
Ancak doğrulduğunda görebiliyorum yüzünü, içeri buyur ediliyoruz. Düğüm.
Boğazımda hayatımda hiç olmadığı kadar büyük bir düğüm.
Sıkı sıkı tembihlenmişim kendimi tutmak konusunda, sakın bir şeyden şüphelenmesin, ne de olsa hastalık geçirmiş kadın, zarar vermemek gerek, her şey yavaş yavaş söylenecek ona.
Ayakkabılarımızı çıkarıp içeri geçiyoruz; sağ taraftaki oturma odasına alınıyoruz.
Arada bir gözlerimiz birbirine değiyor teyzemle. Bakışlarımızla tanışıyoruz…”
“Gözlerimi kaçırıyorum”
“Orada karşımda oturan kadın benim annem. Beni doğuran kadın. Ama bir yabancı. Hiçbir hatıram yok. Mutfağa gidiyor, çay koyup geliyor. Oturup kalkıyor, arada bir gözlerimiz değdiğinde ona fazla bakamıyor, gözlerimi kaçıyorum.
O sırada Haboş’un da kendini tutmak konusunda zorlandığını görüyorum.
Arada bir Levent’e bakmak sakinleştiriyor beni. O, kıyıda duruyor. Bu hikayenin dışında biri Seyirci.
Bana bakmadığı anları kollayıp kaçamak bakışlarla inceliyorum yeni tanıştığım annemi, kollarını kavuşturarak oturuyor kapı ağzına yakın sandalyesinde. Ayaklarını hafif çaprazlamış, üstünde bir bluz, sırtında hırka, bacaklarında tenini göstermeyen kalın naylon çorap…
Bir süre sonra, “İsterseniz ben size evi göstereyim”diyor teyzem; annem ve anneannemle vedalaşıp yan daireye geçiyoruz.Muazzez’in sahiden bizim ev bakmaya geldiğimizi sanmasını istiyor, sonuna kadar onu bu oyuna inandırmaya çalışıyoruz.
Hayal meyal bize gösterilen boş eve şöyle bir baktığımızı hatırlıyorum, hatta nedense musluğun birini açıp kapadığım, suyun akıp akmadığını, kontrol ettiğim bile kalmış aklımda; yeniden dışarı çıkıyor, gitmek üzere bahçeye yöneliyoruz.
Sol tarafta, pencerede, tülün ardında, arkamızdan bakan kadının artık annem olduğunu biliyorum.
Dönüşte minibüste cam kenarında oturup Mümtaz dayıların evine kadar yol boyu hiç durmadan ağladığımı hatırlıyorum.
Gözyaşlarını bana göstermemeye çalışarak arada bir Haboş’un da ağladığını seziyorum.
Eve vardığımızda gözyaşlarım bir süre daha devam etti, öylece akıp duran gözyaşlarıma kapılmış kendimi durduramıyordum. Hiçbir şey beni yatıştıramıyor, hiçbir söz teselli yerine geçmiyordu. Gözlerimin çok, ama çok acıdığını hatırlıyorum o gün. Bir süre sonra tıpkı bir çocuk gibi neye olduğunu unutarak ağlamayı sürdürüyor insan.
Tam on yedi yıl sonra beni doğuran kadını görmüştüm o gün…”
Belki…
Kiminiz, hikayenin nasıl sonuçlandığını merak edeceksiniz.
Kiminiz, Türk Odyakmaz, Kürt Anter ve Arap Mungan’ın nasıl akraba olduğunu merak edeceksiniz.
Yanıtı…
Harita Metod Defteri sayfalarında…
Okuyunuz; edebiyat olmadan insan olma sürecini tamamlayamazsınız.