Nuray Mert benim arkadaşımdır, içine düştüğümüz siyasetler bizi çok defa acımasızca karşı karşıya getirdi, Nuray Mert gibi bir yazarın HDP’ye desteğini on yıllar boyu anlayabilmiş değilim
Bir…
Bugünlerde herkes ‘yakinimdir’ yazılarına başladı, galiba en en en ‘yakinim’ yazısı yineTaha Akyol’dan geldi, Nazlı Ilıcak’ın dahi‘masum’ olduğunu öğreniyoruz.
Arka çıkmak, kollamak, başka şey, hukuk karşısında adil olmak başka şey.
Fetö savcılarının odasından çıkmamış Fetö savcılarının eline tutuşturduğu kağıtlarla her akşam ekranlardan direktifler veren Nazlı Ilıcaklar ve Fetö savcılarını ekrana çıkartıp allayıp pullayıp programlar yapan Taha Akyollar, hepsi masum ‘anasini satiyim’..
‘Yakinimdir’ modasını kaçırmayalım..
Bugün Cumhuriyet Gazetesi’nde Nuray Mert HDP’ye karşı sesini gittikçe yükseltmeye başlayıp ‘bıraksınlar aydınları peşine takmanın kazanımlarını’ gibi nihayet sert cümlelerle konuşmaya başlayınca, ‘yakinim’ yazıları aklıma geldi.
Nuray Mert benim arkadaşımdır, içine düştüğümüz siyasetler bizi çok defa acımasızca karşı karşıya getirdi, Nuray Mert gibi bir yazarın HDP’ye desteğini on yıllar boyu anlayabilmiş değilim, ağzıma gelen en sert cümlelerle saldırmaktan bir an bile çekinmedim, ne oldu, kötü olduk.
Şimdi keşke Nuray Mert’e ta başından beri ‘yakinimdir’ deyip tek kelime etmeseydim mi diyeyim, hayır, bir toplum birbirine merhamet anlayış ve ölçülülük tabii ki göstermeli, ama yazarların birbirine merhamet gösterme hakkı yoktur. Siyasi ve hukuki sorunlar ‘arkadaşlıklarla’ çözülmez.
Dilek Dündar’a pasaport yasağı konulunca, soruşturmaların vehameti bu kadar azıtmış bir noktaya nasıl geldi, demeye başladım..
Dilek Dündar da ‘arkadaşımdır’, çok uzun zamandır görüşmüyoruz, bir konferans vesilesiyle birkaç ülkeye birlikte seyahat ettik, Ankara’da bir çok defa buluşup kaynattık, hatta bir defasında Ankara’nın en yüksek tepesi Hüseyin Gazi’ye çıktık.
Bir şehre yüksek bir tepeden bakmak insana özellikle bir yazara uzun uzun özlü sözlü konuşmak zorunda bırakır.
Yüksek bir tepe her yazarın teybini TV düğmesini kendiliğinden açar, siz de şaşırırsınız içinizden boşluğa uzaklara durmaksızın konuşan coşkun bir adam fırlar.
Size kolaylıkla ‘test’ edebileceğiniz bir şey söyleyeyim, bir yazarı alın ve yüksek bir tepeye çıkartın, hiç soru sormayın, o yazar, o yüksek tepede, kendini salacak, insanlığa ve şehre ve uygarlığa karşı çok sıkı ve özlü veciz şairane cümleler kuracaktır.
Yüksek bir tepeyle ‘nutuk’ çekme arasında çok sıkı bir bağ vardır, malumunuz nutuk çekilen kürsü de yüksektir.
Dilek, herşeye gülen çok sıcak bir arkadaştır, şimdi, o yüksekten tepeden şehre doğru:‘hayatımızı çaldılar Dilek’ diye sesleneceğim, de, Dilek kesinlikle bu sözlerimle alay eden bir kahkaha patlatacaktır.
O yüksek tepeden, insanlığa ve şehre karşı konuşurken, önce, zaman içinde siyasetlerimiz fikirlerimiz bizi birbirimizden çok uzağa düşürdü, diye başlamak lazım, ancak, o yüksek tepede söyleyeceğim en vurucu nihai söz: ‘artık o şehre hep yüksek bir tepeden uzaktan bakıyor uzaktan nutuk çekiyoruz ve ama o şehre artık geri dönemiyoruz!’
O şehre artık uzaktan bakıp o şehre artık girememek, hangi fikirden olursak olalım hepimizin kaçınılmaz felaketi olmak üzere, şehrin kapıları kapanıyor ve biz tepede mahsur kalıyoruz.
Edebiyatçı Necmiye Alpay’ın yazılarını hiç sevmem, kendi de çözemediği sıkıntısı yazılarına bulaşır, çok zaman anlam veremezsiniz, bana sorarsanız, bir değerleri de yoktur, ancak Necmiye Alpay’ın tutuklanması sadece Necmiye Alpay’ın değil, bizlerin de artık “o şehre” dönüşünü imkansız kılıyor.
Yazar romancı Aslı Erdoğan’ı çok insanın aksine kişiliğini çok severim ancak edebiyatı ne bir boşluğu anlatır ne bir kusuru ne bir yorgunluğu ne bir yaraya merhemdir, kendilerini traş etmedikleri için hayal güçleri de köse, berberler gibidir. Metinlerinde bir zihin yorgunluğunun en küçük bir titreşimi yoktur, önüne açılmış zahmetsiz sayfalarda uzun yıllar bir balık gibi yüzmüştür, ancak Aslı Erdoğan’ın bugün tutuklanması, o şehre artık, hep birlikte geri dönüşümüzü imkansız bırakıyor..
O yüksek tepede, onu sevme, bundan kıllan, buna laf yetiştir, onu bunu çekiştir, ona buna burun kıvır, onu bunu küçümse, derken, nutuk çektiğimiz o tepe ‘koğuşumuz’ oluverdi..
Çünkü bu şehir biz yazarların hastalıkları acemilikleri özentileri kuruntuları delilikleri kadar bir şehirdir!
Ve işte bu nutukları çektiğimiz bu yer ‘hapishanemiz’ oluverdi.
Galiba şehre yeniden dönebilmek için en iyi fikir Özgür Mumcu’dan geldi.
Özgür, Ankara’ya imza gününe geldi, akşam üstü altı saate yakın oturduk, laf lafı açtı. Doğuda ve Fetö soruşturmasında onbinlerce 17, 18, 19, yaşında hayatları harap olmuş çocukları konuştuk.
Bu çocuklar nasıl kazanılmalı, içlerine düştükleri travmadan nasıl kurtulabilirler, hem sosyal hem hukuki olarak hem de toplum olarak yazarından televizyoncusuna siyasetçisine kadar hangi sorumluluklar düşüyor, diye lafa girdik.
Özgür, uzun uzun anlattı, belki bir iki hafta içinde Özgür Mumcu’yla karşılıklı konuşma şeklinde bir röportaj yapıp, genç yaşta kandırılan bu çocukların siyasi sosyal ve hukuki rehabilitesine dönük dil döndüğünce bir hareket planı müsveddesi kaleme alınabilir?
Yasaklar tutuklamalarla ne çok sert ve karışık günlerde yaşıyor olursak olalım ‘ipin ucundan tutabilmeli’, ‘topluma merhem olabilecek’ bir iki şey söyleyebilmeliyiz. Özgür’ü bu yüzden bir daha sevdim, yüksek tepeden konuşmak değil şehrin en acil ‘kandırıldık’ ve ‘şüphe’ sorununa inmek için hepimiz bir şeyler yapabilir miyiz derdi bu ülkenin hepimizin en güzel derdi olabilmeli.
Yüzbinlerce perişan olmuş genç, durum çok vahim, ağlayarak birbirimize son çare çaresizce sarılmaktan daha önce yapılacak çok iş var, o da, bizden daha büyük yarası travması olan yüzbinlerce gence, toplumun acılarına, merhem olmanın, hukuki ve sosyal bir yolunu bulabilmeli.
Sağcı solcu demeden ülkenin yarınları için çok büyük tehlike arzeden bu yüzbinlerin travması karşısında, ortak bir fikrimiz projemiz ya da bir ‘ortaklığımız’a bir toplum olabilmek için çok acil ihtiyacımız var..
İki…
Eyüp Can kendini savunmak için bir açıklama gönderdi, Londra’ya temelli yerleştiğini söylüyor, umarım onların torunları da bir gün Londra’ya belediye başkanı olur.
Açıklamasında Fetö cinayet örgütüyle on yıllarca sarmaş dolaş olan servet himmet makam yürü ya kulumu olan prensi hiç değilmiş.
Fetö örgütünün üstüne yapışan çamurlarını öyle bir anlattı ki.
Öyle bir ‘çamur’ anlattı ki…
Sanki Ölüdeniz’de çamur banyosu yapan turistlerin güzelleşmek için üstlerini sıvadıkları çamur..
İşte böyle.
İnsanı rezil rüsvap eden çamuru hokus pokus bedeni gençleştirme kremine döndürmeyi başardığı için, açıklamısını takdir etmedim değil, şimdi Londra’da bir değil ‘iki büyük dünya edebiyatcımız’ yaşıyor efendim..
Üç…
Bir çamur hikayemiz daha var.
Çok zor günlerden geçiyoruz sağcı solcu hepimiz bataklıkta debelenirken.
İktidardaki birileri hala bataklıktaki bu ölüm kalım çırpınışı içinde dahi, sıcacık çamurun kayganlığıyla tahrik olup, yağma talan ben dedim oldu fırsat bu fırsat, mastürbasyon çekiyor…
Ülkemizi hepimizi boğup öldüren ah bataklık ah çamur, bakalım başka hangi marifetlerini göreceğiz?
Dört…
Cemaat’in ‘tatlı hayat’ dizisi Türkiye’de sona eriyor, ancak ‘tatlı hayat’ı şimdi yurtdışında gösterime giriyor.
Hazcılık.
Cemaat, bütün müridlerini mutlu etti mi, etti.
Hepsini makama ve paraya ve yazarlarını şöhrete boğdu mu, boğdu.
Durmaksızın derece derece yükselen bir mutluluk yaşattı mı, yaşattı.
O kadar kolektif mutlululuk yaşadılar ki, şöyle, çağımızda kimse ‘çay’ içti diye aşka gelmez, ancak bundan dört yüz yıl önce doğudan ilk çayı getirip içen İngilizler ‘çayın’ kendilerini çok mutlu ettiğini söylüyorlardı, uyanık kıldığını kanlarını coşturduğunu ve bilümum faydalarını saya saya bitir.emiyorlard
Ne zaman ki ‘çay’ herkesin içtiği bir şey oldu, çok küçük azınlığın içtiği bu ‘zengin’ yiyeceğin değeri düştü..
Cemaat müridleriyle öyle topluca ‘nirvana’ yaşadı ki araba makam servet şöhret herkese bol keseden yüzbinlerin her birine düştü.
Düşünün hayata atıldıkları ilk günden itibaren, bedava yurt, bedava üniversite, sonra çalışmadan istediği devlet makamı, sonra ev, sonra araba, sonra büyük şirket yöneticilikleri, sonra ülke ülke seyahatler.
Hepsi dalga dalga ve geometrik çoğalan bu mutluluk döngüsünün denizinde yaşadılar.
Ancak ihmal ettikleri çok kötü bir şey oldu.
Zenginlik ve rahatlıkları topluca yaşadıkları için hayatın sert problemleri karşısında tek başlarına ne yapacaklarını hiç öğrenemediler.
Hemen hiç biri tek başına ‘acı’ çekmeyi bilmiyor.
Daha önce önlerine bir engel çıksa bir ihtar telefonu bütün sert duvarları aşıyorlardı..
Yüzbinlerce insan bu ‘beleş yaşamı’ hem sevdi hem ortak adanmış üyesi oldu..
‘Hayattın Anlamı’ kitabındaki gibi şu soruyu sorup dersimize girelim.
Bir ülkede uyuşturucu kullanımı ne kadardır? Diyelim yüzde bir diyelim binde bir..
Ancak hiçbir ülkede uyuşturucu kullanımı yüzde elli düzeyinde değildir, olamaz..
Çünkü insanların çoğunluğu uyuşturucuyu serbest bıraksanız dahi kullanmayı rededer.
Ancak ülkemizde tuhaf bir şey oldu, bu, yurt, okul, iş, ev, araba saadet zincirini, zahmetsiz hayatı ret edenlerin sayısı çok az.
Mesela uyuşturucu kullananlardan çok çok kat kat daha fazla.
Çünkü bu rahat zahmetsiz hayatı meşrulaştıran hatta ilahileştirip kutsallaştıran dini bir söylem var..
Ev, araba, makam, şöhret, himmet, hepsi din için Allah için.
Bir de şu soruyu soralım, bir toplumda herkese, iş, ev, araba, makam, hiç çalışmadan vereceğiz dersek, o toplumun yüzde kaçı bu teklifi kabul eder?
Gördüğümüz manzara şu, oyların yüzde ellisini alan iktidar ve yakını cemaat ve sağcı yapılar bu teklifi nerdeyse yüzde yüz çoğunlukla kabul etmiş.
İçlerinde ‘hayır’ kabul etmiyorum, ‘ben emeğimle’ çalışacağım diyenlerin sayısı, ortada yeniden inşa edilebilecek bir toplum yok diyecek kadar endişe verici.
Ya da insanlara şöyle bir soru sorsak, şimdi sizin beyninize cip takacağız ve ömür boyu mutlu olacaksınız, bu ciple artık hayatı takmayacak üzülmeyecek ağlamayacak çaresiz kalmayacaksınız, yüzde kaçı kabul eder?
Cemaat tarikat ve iktidar partimizin milyonlarca çoğunluğuna bakarsak, bu cip’i kabul etmeyen kalmamış.
Oysa bir insan kendi gücünü merak eder?
Oysa modern bir toplum insanların merakı çalışması emeği kişiliği onuru ve üretimiyle yaşayabilir.
Modern toplumda her insan, gerçeği ve hayatı kendi gözleriyle kendi hayatıyla görmek yaşamak ister.
Modern bir toplumda beyne takılacak bir cip köleliktir uyuşturucudur köpekliktir diye her insan karşı çıkar.
Çünkü, hayal kırıklığı çaresizlik zahmet yaşamayanlar insan olamaz.
Acı olmadan bir yaşam olamaz.
Yetmedi, bir de ölüm dahi olmayan iki cihan mutluluk vaad eden bir uyuşturucu ya da beyne takılı cip görevi gören bir siyaset ve tarikat yaşamı.
Videolarda siz de görmüşsünüzdür fotomontaj gülen hayvanlar fotoğraflarını..
Gülen bir hayvan fotoğrafı insanı ürkütür!
Cemaat üyelerinin yüzlerinde bitmeyen bir ‘iyilik hali’ size de çok tuhaf değil mi?
Fetöcülerin çok sıkıcı olmalarına sebep yüzlerindeki hayata karşı bu bitmeyen ‘kayıtsızlık’ hali değil mi?
Saadet zincirlerini ve şeyhlerini ellerinden alın, bu insanlar bu dünyada yaşamak için tek bir neden bulamayacak..
Kardeşlerim, onbeş yaşında çocuklara Yaşamın Anlamını anlatmak kadar canice sapıkça bir delilik yoktur, 15 yaşındaki çocuklara, oyun, sanat, bilim ve çalışmayı ve beceri kazanmasını öğretin.
Ağbilerinden uyuşturucu gibi ‘yaşamın zahmetsiz anlamını’ dinleyen o çocuklar, o ağbilerin o cemaatin köleleri ve köpekleri ve ajanları oldular.
Şimdi topluca soralım:
Uyuşturucuyu ya da zahmetsiz hayatı ret edenlerin sayısı ne kadar?
Oysa insan tehlike altında ‘yaşamı’ daha derinden hisseder, tehlike altında yaşadıklarını bilmeyen yüz binler..
Bu ülke tarihlerin en büyük bulaşıcı hastalığı bu zahmetsiz hayat ve uyuşturucuya elli uzun yıl tedbir üretmemiş.
Aksine zahmetsiz hayatı ve uyuşturucuyu besleyen siyaseti dinin peşine takmış, zahmetsiz hayatı ‘inanç’ haline getirmiş.
Bu bulaşıcı zahmetsiz hayat ve uyuşturucu dini, sadece Fetö örgütünde değil, her yerde.
Biz değil, AKP’liler kendi taraftarlarına sorup anket yapsın, bu, rahat yaşam mutluluğu, ev, araba, makam, şirket rahatlığının vaadinden kaç mensupları uzak durabilmiş.
Sağcı ya da İslamcı bir iktidar önce dürüstlükle bu soruyu kendine sorar, Fetö örgütünün peşine sonra düşer!
Ekranlarda gazetelerde durmaksızın önce bu soruyu soralım:
Bu zahmetsiz yaşama kaç milyon kişi alıştırıldı?
Devam edelim:
İnsanın gücünü iradesini hiç tanımak istemeyen ve iradesini ve beynini birilerinin peşine adayanların sayısı ne kadar?
Kim Fetöcü kim değil hukuki bir soruşturmadır!
Ama asıl soru, sosyaldir, bu rahat yaşama alıştırılanlar kaç milyondur!
Bu saatten sonra ‘rehabilite’ edilme imkanları var mı?
Rehabilite etmek istiyorsak, değiştirmemiz gereken siyasetlerimiz nelerdir?
İslamcı iktidarın yağma ve talanları bu zahmetsiz rahat ve mutlu hayatları gün geçtikçe daha çok büyütmüyor mu?
Zahmetsiz ve rahat yaşam bu ülkede ‘bulaşıcı’ virüsiyle devletin ve dinin ve cumhuriyetin sonunu hazırlamadı mı?
Ya da Fetöcü aramaya birkaç dakika ara verip bakın etrafınıza, hayata ve dünyaya sadece kendi bileklerine güvenip meydan okuyan, kaç kişi tanıyorsunuz?
Uyuşturulmuş beyin ve zahmetsiz hayat, İslamcı iktidarın söylemleri ve ideolojisiyle her yere en ücra köylere kadar bulaşmadı mı?
O halde?
O ajan bu Fetöcü bu tarikatçıyı tartışmayı bir günlüğüne bir tarafa bırakın.
İnsan nerde?
Sadece kendine güvenen insan!
Kendi emeğinden başkasına güvenmeyen insan!
Kendi çalışan kendi kazanan insan!
Hayalkırıklıkları acılar mağlubiyetler yaşayan ve didişen insan!
Bir toplumun bir devletin yaşayabilmesi için tarikatları cemaatleri şeyhleri dini imanı sabahtan akşama kadar konuşuyorsunuz..
Doymayın konuşun!
Ama insan!
İnsanı unuttunuz!
Ey ekranlar ey siyasiler ey yazarlar!
Cemaat tarikat inanç özgürlüğü bataklığına öyle gömüldünüz ki…
Kendi başına çalışan yorulan insan’ı kaybettiniz.
Her yer tarikat her yer cemaat her yer İslam konuşuyor…
İnsansız bir coğrafya, insansız bir toplum, insansız bir devlet, insansız hukuk, insansız medya, insansız akademi.
Öyle bir insansız dünyaya düştük ki..
Suçu işleyen sapıklık yapan darbe yapan canice insan öldüren cemaatler tarikatlar..
Ama hiçbir tarikat ve cemaati suç işledi diye ‘tutuklayamıyorsun?’
Peki kimi tutukluyorsun?
İnsanları, çünkü insanların kusurları var çünkü insanların hataları var çünkü insanlar hata işleyebiliyor.
Cemaatleri tarikatları niçin tutuklayamıyorsun, çünkü onlar ‘kutsal’ çünkü onlar ‘ilahi’ çünkü onlar ‘dokunulmaz’…
Niye tutuklayamıyorsun, çünkü onlar size ‘zahmetsiz’ bir hayat vaad ediyor!
Nihat Genç
Odatv.com