Orası da Türkiye.
· Hem yakıp yıkan, öldüren terör örgütünden bunalan, hem de devletten beklediği şefkati bulamayan, arada kalmış. Çözüm Süreci masalıyla ikisi tarafından da aldatıldığını düşünen küstürülmüş insanlar var orada. Düşman değil onlar, bu ülkenin insanları.
· Orada yaşayan herkesi tamamen suçlu görmekmasum olanlara büyük haksızlıktır.
· Sağlık hizmetleri durma noktasında, insanlar aç kalıyor, yerinden yurdundan uzaklaşıyor. Hayat felç olup kıyametler koparken nasıl bu kadar sessiz kalınabiliyor ve ülkenin geri kalanı rahat uyuyabiliyor.
· Kim yaparsa yapsın, oluşan bu cehenneme böyle duyarsız kalınması anlaşılır gibi değil.
· Aslolan candır.
· Şimdi nasıl başladığının, sebepleri düşünmenin sırası değil. Ama kısaca anımsamalı.
· Çözüm Süreci diyerek, bütün yığınaklara, silahlanmalara göz yuman muhteris, seçimde hesapları ters dönünce, sahte milliyetçi şahinlere dönüşerek sonu olmayan bir savaş başlattı. İç savaşın arifesinde, ortalık cehenneme döndü.
· 1 Kasım’da insanların kendi hayatlarına yapılan haksızlıklara, adaletsizliklere, herkesin cebinden yapılan soygunlara, yalanlara sağır kalmaları ve Haziran – Kasım arasında beş ay boyunca azdırılan terör, ölmüş bir partiye can suyu oldu.
· Oy için yalandan masaya oturanlar makas değiştirince fırtına patladı! “Bizi seçmezseniz kaos olur” diyenler ülkeyi geri dönüşsüz bir kaosa sürüklüyorlar.
· Diyelim ki pek çok insan vicdansız çöl karanlıklarının peşinde, koordinatlarını kaybetmiş olarak bir cinnet halinde.
· En yukarıdan başlayarak değerlerin tepetaklak edilmesinin, cehaletin erdem haline gelmesinin zafer sarhoşluğu içindeler. Onların aydınlığa karşı olan hırsları ve rövanş duyguları yatışacak gibi görünmüyor.
· Peki bu ülkenin muhalifleri nerde?
· Aydınları, Sivil Toplum Kuruluşları, aydınlık gençleri, çağdaş kadınları, sanatçıları nerde?
· Evet, en çok sesini çıkarması gereken sanatçılar nerede?
· Brecht’in Hitler dönemindeki suskun sanatçılara söylediği gibi; Bugünün sanatçılarının pek çoğu batmakta olan bir geminin duvarlarına çiçek resimleri yapıyor ve bunun da adına sanat diyorlar.
· Sanatçı olabilmek kainatın ayrıcalıklı sesi olmak kadar evrensel vicdanın da sesi olmaktır.
· Herkes büyük bir yılgınlık ve teslimiyet halinde kaderine razı mı olacak?
· Yaşadığının farkında olmayan bir güruh ve kişisel çıkarlarından başka yaşanan her şeye gözlerini kulaklarını kapayanlar var.
· Onlar, yarın bu karanlık günlerin dökümü yapıldığında bugün durdukları yerden utanmayacaklar mı?
· Bu toplumun vicdan telleri ne zaman titreyecek? Duygular tümden alındı mı?
· Özellikle son yirmi yıldır oluşan yeni aydın profilinde utanma duygusu rafa kaldırıldı. Sınır ötesinden devşirilen bilgilerle, ağızdan dolma tüfekler gibi, sonsuz yanılgılar içinde insanları da yanıltarak, ülke gemisinin yanlış kaptanlarla girdiği girdapların en büyük sebebi oluyorlar…
· Ve bu mevsimlik pervaneler, akılları suya erdiğinde ya da menfaatleri bittiğinde “aldatıldık, yanılmışız” diyerek kolayca saf değiştiriveriyorlar.
· İnsan yanılabilir. Ama on yıllardır bütün boş maceraları parlatıp sonra toplu olarak duvara çarpan tatlı su aydınlarının ahlak sorunu vardır.
· Cehaletin de katalizörlüğünde bu sorun toplumun bütün katmanlarına hızla yayılmaktadır.
· Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, vicdan kırıntısız ve inceliksiz birileri için, verilen sözlerin ve yaşamsal tutarlılığın hiçbir anlamı kalmadı. Artık maalesef bir duygu birliğinden söz edilemez.
· Bunu farkeden karanlıklar önceleri zemini yoklayarak ürkekçe yaydıkları zehiri artk korkusuzca çocuklarımızın geleceğine zerkediyorlar.
· Çünkü en kötüsü oldu; toplum karartıldı ve sustu. Yetinmek umutsuzluğa dönüştü ve insanlar her şeyin sahtesinden oluşan bir gerçekliğe(!) sarıldı.
· Ergenekon, Balyoz tertipleri yapıldı bu ülkede. Masum insanlar hapsedildiler, intihar ettiler, hiç ses yoktu toplumda.
· Öldürülen küçücük çocuğun annesi yuhalatıldı kürsülerde, ses yoktu.
· Ankara’da yüz kişi parçalandı, ses yoktu.
· Can Dündar ve Erdem Gül yalnızca gerçek bir haber yapıp, birilerinin kirli işlerini deşifre ettikleri için Silivri zindanlarındalar. Böyle bir adaletsizlik karşısında bile toplum suspus!
· Doğuda bir cehennem yaşanıyor. Asker, polis şehit oluyor. Çocuklar ölüyor. Anneler ağlıyor.
· Neredesiniz?
· Bütün aidiyetlerin ve bugüne kadar “çözüm” maskesi altında dayatılan sahtekarlıkların dışında gerçek bir barış istiyoruz diye haykırmanın tam zamanı değil mi?
Ellilerden bu yana Atatürk’ün yolundan hergün biraz daha uzaklaşıldı ve sonunda ülke, kronik olarak birbiriyle kavgalı kutupların sinir harbinde, köklerinden ve geleceğinden kopuk, başıboş bir gök taşına döndü. Herkes bir biçimde bağımsız cumhuriyetin temellerini bombalıyor. Biri diktanın Altın Vuruşunun peşinde, diğeri özyönetimden söz ediyor. Bir yandan da yapısal düzenlemelerle Araplaşma rezaleti hızla sürüyor.
Yolunu yordamını kaybeden insanlar ip cambazlarının peşine düştü.
Her şeyle birlikte ilke ve ülkü birliği de yok edildi. Paramparça dağılış, sahte demokrasi ve özgürlük hezeyanlarıyla perdelendi. İnsanca yaşamaların yerini tuzbuz olarak ölmeye yatmış duyarsızlık canavarları aldı.
Bu mavi gökyüzünü, şu yağan kar, yağmuru, gelecek baharı, yazı, soluklanacak hayat güzelliklerini önce hak etmek gerek.
Hiçbir şey için geç değil.
Her şey değişebilir, değiştirilebilir…
Bir umut bu! Hiçbir konuda birleşemeyenler insan hayatında birleşebilir. Salt kalelerini, hayatlarını, dogmalarınızı korumayı bırakıp kendilerine gelebilirler.
Şehitler geliyor, analar ağlıyor… Orada çocuklar ölüyor.
Ölümcül sağırlıklar belki bir gün biter…
Elma gibi bölünen insanlar, yeniden gerçek bir barış ister.
Ülkenin en büyük sorunlarından birisi, kavramlara ve değerlere kişisel çıkarlar doğrultusunda farklı anlamlar yüklenmesi…
Son yıllarda içi boşaltılan pek çok kavram gibi, hiç kimse “Barış” sözcüğünü kendi siyasi görüşüne göre yorumlamasın. Barış, özerklik ya da ayrılmak değil birleşmektir.
Bir umut bu!
Her şey anlamını yitirmeden yeni bir dünya kurulabilir.
Dalından düşen yürekler tekrar filizlenir geleceğe…
Ola ki günün birinde
Gemiler döner geriye.
Işık ve sevgiyle…
İlhan İrem
Odatv.com