Fethullah Gülen’in 1 numaralı sanık olduğu ve hakkında 37,5 yıldan 52,5 yıla kadar hapisle ağırlaştırılmış müebbet istenen 2. darbe/kumpas davası dün başladı.
Silivri’de 5 yıl boyunca izlediğimiz trajediden sonra İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki savunmalarda kullanılan kimi ifadeler trajikomik geliyor. Örneğin düne kadar Balyoz, Ümraniye, Poyrazköy, Askeri Casusluk gibi davalarda sanık yapılan askerler için “terörle mücadele etmiş olmaları suç işlemeyecekleri anlamına gelmez” diyen zihniyet şimdi, kimi sanık polislerin mahkemeye neden gelmediğini izah ederken üzerine basa basa vurgulama ihtiyacı duyuyor:
– Güneydoğu’da, çatışma bölgesinde görev yaptıklarından…
Yine düne kadar siyasal dayatmalardan bağımsız karar verme eğilimi sergileyen, sadece kararlara düştükleri şerhlerden dolayı bile “özel yetkili mahkeme heyetleri”nin tırpanlanmasını ve hatta söz konusu “bağımsız Türk yargıçlarının” itibarsızlaştırılmasını “vesayetten arınma” sayıp da destekleyen zihniyet şimdi “Erdoğan’ın istemediği kararlara imza atan yargı mensuplarının sürgün edilmesi”nden yakınıyor. Kulakların çınlasın Köksal Şengün! Kulakların çınlasın Aykut Cengiz Engin!
***
1453 sayfalık ve “Ergenekon”u “Agartha”ya dayandıran Zekeriya Öz’ün yaklaşımını hiç aratmayacak şekilde “paralel örgütlenme”yi Hititler’e dayandıran iddianameye göre, iddia olunan FETÖ’cüler; *Aşama aşama devleti ele geçirmişler, * Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki vatansever subayları pasifize edebilmek için kendi uydurdukları delillerle operasyon yapmışlar, * Yüzlerce subayın hayatını karartmışlar, * Birçok masum insanın ekmeğiyle oynamışlar, * Ana muhalefet partisi genel başkanına kaset yoluyla şantaj yapmışlar, * CHP’ye yönelik dizayn çalışması yapmışlar, *MHP’lilere kaset kumpası kurmuşlar, * Fenerbahçe kulübünü ele geçirmek için kumpas kurmuşlar, * Kökü dışarıda, devlete kast etmiş bir ihanet örgütüymüşler vs… vs…
Ömrünün son 10 yılını Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde geçirip de bütün bu suçların oluşmadığını savunan kimse yoktur herhalde! -Bana kalırsa hem Cumhurbaşkanlığı hem de genel seçim sonuçları biraz da bu pencereden bakarak okunmalı- memleketin tamamı olmasa da -bu sonuçtan hem ekonomik, hem siyasi, hem psikolojik olarak zarara uğrayan bir kitle de var- büyük çoğunluğunun bütün bu suçların faillerinin ortaya çıkarılması ve cezalandırılmalarından yana olduğuna da şüphe yok. Adil olduğu müddetçe hepimiz böyle bir yargılama sürecinin destekçisiyiz.
Yine de, bu sürecin oluşmasına imkân veren siyasal zemini yaratanları (hukukun siyasal zemine muhtaç olması ayrıca bir garabet zaten) kahramanlaştıran arkadaşlarımıza bir küçük hususu hatırlatmak, görevimiz:
Bu -iddialara bakılırsa yatacak yeri olmayan- örgüt, atfedilen suçları işledikten sonra, iddianamedeki ifadesiyle “özgüven patlaması yaşayıp, muhalefeti dizayn ettikten sonra artık sırasının iktidar partisine geldiğini düşünmeseydi…” eğer… Eğer 17-25 Aralık soruşturmaları hiç açılmamış olsaydı…
Mensuplarının; * “FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünü kurmak ve yönetmek”ten, * “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs”ten, * “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal casusluk maksadıyla elde etmek”ten, * “Haberleşmenin gizliliğini ihlal”den, * “Kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması”ndan, * “Özel hayatın gizliliğini ihlal”den, * “Kişisel verileri hukuka aykırı olarak bir başkasına vermek veya ele geçirmek”ten, * “Elde edilen verilerin süresi içerisinde yok edilmemesi”nden, * “Suç delillerini yok etmek gizlemek veya değiştirmek”ten, * “Soruşturmanın gizliliğini ihlal”den, * “Kamu görevinin yetkiyi kötüye kullanılması”ndan,* “Sahte evrak tanzim etmek…”ten yargılanmaları mümkün olabilecek miydi?
Veya kar suyunu şu şekilde kaçıralım, 17-25 Aralık operasyonları yine yapılsaydı, yine aynı savcılar, aynı polisler, aynı yöntemlerle yürütseydi soruşturmayı, ama sadece hakkında yolsuzluk, rüşvet gibi iddialar bulunan şahıslar Bakanlar Kurulu üyeleri değil de muhalefet partilerinin tepe isimleri olsaydı mesela, yahut yüksek yargı mensupları olsaydı, TSK mensupları olsaydı yine, gazete patronları olsaydı; Aydın Doğan ile kızları arasında geçseydi o “sıfırlama” konuşması mesela, oda başkanları olsaydı…
“Mağdur”ların isimleri Ahmet Davutoğlu, Beşir Atalay, Zafer Çağlayan, Taner Yıldız, Binali Yıldırım, Egemen Bağış, Muammer Güler, Erdoğan Bayraktar diye değil de;
Dediğim gibi Aydın Doğan, Rifat Hisarcıklıoğlu, Cansen Başaran, ne bileyim Özgür Özel, Yılmaz Büyükerşen, şimdi bakan olan Tuğrul Türkeş, hatta Fatih Erbakan diye uzayıp gitseydi sadece…
Recep Tayyip Erdoğan da oğlu ve damadıyla birlikte “müşteki” olmasaydı bu davada…
Bırakın bunun bir “darbe” davası olarak görülmesini görülmesi gündeme gelebilecek miydi?
Türkiye’nin “hukuk devleti” niteliğinin küllerinden doğduğuna inanmak için yeterli delil teşkil etmiyor maalesef bu yargılamayı yapabilir hale gelinmesi.
yeniçağ