Başbakan Ahmet Davutoğlu Başbakanlıktan ve AKP genel başkanlığından ayrılma kararını açıklarken ‘Evvel refîk bade’l-tarîk’ demişler; evvelâ yol arkadaşı, sonra yol. İnsanın yola çıkabileceği ‘sağlam dostlar’ı olmalı deyiverdi.
Bu sözler bir zamanlar ülkücülerin tepe yönetiminin ettiği sözlere çok benziyor. Ancak ülkücülere edilen sözler -tam da tersinden- yol arkadaşlığının bir tercih, yolun ise zorunluluk olduğu şeklinde ifade edilmişti. Onlara o sözü edenler şöyle diyordu: “Ülkücülüğünüzü size ben vermedim ben de alamam, ama ben yol arkadaşımı kendim seçerim.” Yol arkadaşının ülkücü olmayanlar arasından seçilmesinin gerekçesi böyle açıklanıyordu.
Bu sözler ülkücü hareket içinde ülküsüz, iddiasız, idealsiz, esnek, yumuşak başlı, biat ve itaat ruhlu kişilerin baş tacı edilmesinin nedenlerini de açıklıyordu. Bu söz aynı zamanda meşhur deyişle ‘dağdan gelenlerin bağdakileri nasıl kovduğuna’ da verilen cevap niteliğindeydi.
Siyasi hareketlerin başarılarıyla, mensuplarının bağlı bulundukları idealler, ilkeler ve birbirlerine duydukları saygı arasında doğrusal bir ilişki vardır. Davaya sadakat, başarıya olan inanç, sahip olunan motivasyon ve ideale olan adanmışlık siyasette iktidarı getirir.
Başını bir gayeye adamış idealist insandan daha etkili bir silah yoktur. Ülküdaşını yol arkadaşıyla, yol arkadaşını da yolda bulduklarıyla değiştirenler uzun vadede hem ülküsüne hem de kendisine ihanet etmiş olur.
Davutoğlu’nun hayal kırıklığı!
AKP’nin gerek örgütsel ve gerekse siyasal yönden bir başa bağlı olduğunun farkında olmayan Davutoğlu da istifa öncesi benzer cümleler kurmuştur: “Son MYK’da takip edilen yöntemi refik (yol arkadaşı) olma özelliğiyle bağdaştırmadım, bağdaştıramadım… Refik değişmesindense genel başkan değişiminin daha doğru olacağı kanaati bende hasıl oldu.”
Halbuki AKP’de herkesin bir tek refiki var o da Recep Tayyip Erdoğan’dır. Herkesin diğer kişilerle yol arkadaşlığı ona bağlıdır. Onunla iyi ilişkiler herkesle kurulmuş iyi ilişkiler demektir. Sistem böyle işlemektedir. Bireyler orada tek başına bir hiçtir ve birbirleriyle refiklikleri de söz konusu değildir.
AKP iradesinin saraydan yönetilen tek kişi hareketi olduğunun farkına varamaması, Davutoğlu’nun yanıltmıştır. Bir hareket düşünün ki eğik bir baş ile birbiri ardı sıra dizilmişleri izlemek, partinin mensuplarına biçtiği temel rol olsun. Böyle bir yerde kişi makamını ve konumunu korumak istiyorsa sürekli tepeye bakmak ve onun öngördüğü kadar var olmak zorundadır.
Gerçekte bu yalnız AKP’de değil değişik versiyonlarıyla diğer siyasi partilerde de vardır.
Yol arkadaşı gördükleri tarafından terk edilmek!
Davutoğlu, önce yol arkadaşı olarak gördükleri tarafından terk edilmiştir. Sonra da yol arkadaşı sandığı ve “biat-itaat” esasına göre bağlı olduğu mekanizma kendisini harcamıştır.
Siyasette hiçbir şey alternatif ya da potansiyel görünmekten daha tehlikeli değildir. Gölgeden çıkanlar, gölge edene bağlı olduklarını her nefes alışında ortaya koymak durumundadırlar.
Bu bağlamda Erdoğan’ın “emanetçi bir başbakan istemiyorum” sözlerini ciddiye almasının Davutoğlu’nun sonunu getirdiği anlaşılıyor. AKP içinde “Hocacı-Reisci” şeklinde söylemin ortaya çıkmış olması bile Sarayın rahatsız olması için yeterliydi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP’yi teslim ettiği Davutoğlu’ndan birbiriyle ilişkili bir tek beklentisi vardı. O da “Başkanlık” sistemini içeren “Yeni Anayasa”yı bir an önce TBMM’ye getirmesiydi. Başbakan Davutoğlu’nun Yeni Anayasa konusundaki girişimleri Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yeterli görülmedi. Bir de Davutoğlu’nun “Yeni Anayasayı demlenmeye bıraktığını” açıklaması sonunu getirmiştir.
Gölgede kalması gerekenler, güneşe çıkınca onları gölgeleyenlerin tehdidi altına girerler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, başkanlık hesabıyla Başbakana belirli sınırlar içinde hükmetme özgürlüğü tanımıştı. Sınırların aşılması istifa ile sonuçlandı.
Yalnız ihtilaller çocuklarını yemez!
Başkaları da yer…