Dört sene önce, 2012.
*
Takunyacı ihlas holding’ten tgrt’yi satın alıp, ismini fox tv olarak değiştiren dünya medya imparatoru Rupert Murdoch, atv’yle sabah’ı da almak için Ankara’ya geldi, asrın liderimizle buluştu, baş başa görüştü, hatıra olarak da John Philby’nin kitabını hediye etti.
*
Murdoch, tgrt’yi Ahmet Ertegün aracılığıyla almıştı. Ertegün’ün dedesi Üsküdar Özbekler Tekkesi’nin şeyhiydi. Babası, Washington büyükelçimizdi. Beyaz Saray’ın pek kıymet verdiği bir aileydi, babası görev başında vefat etmiş, cenazesi Missouri zırhlısıyla gönderilmişti.
*
Murdoch’ın babası ise, 1915’te Melbourne Age gazetesinin muhabiri olarak Çanakkale savaşını takip eden Avustralyalı gazeteciydi. Cephede gözlemler yapmış, sonra da sekiz bin kelimeden oluşan meşhur “Gelibolu mektubu”nu yazarak, gizlice Avustralya başbakanına göndermişti. “İngiliz istihbaratı Londra’ya yalan raporlar gönderiyor, Çanakkale geçilemez, boşuna ölüyoruz” demişti.
*
Murdoch’ın asrın liderimize hediye ettiği “The Empty Quarter” isimli kitabın yazarı John Philby, İngiliz casusuydu. Anadili gibi Arapça biliyordu. Güya müslüman oldu. Şeyh Abdullah ismini aldı. Biz Çanakkale’de İngilizlerle boğuşurken, Osmanlı’ya isyan bayrağı açan Mekke Şerifi Hüseyin’e yardımcı olması için Arabistan’a gönderildi. Bir yandan sırtımızdan hançerleyen Arapları organize etti, bir yandan İngiliz petrol şirketlerine imtiyaz topladı, bir yandan da tarihi eserleri araklayıp İngiltere müzelerine sattı, servet yaptı.
*
İngiltere’ye dönünce, siyasete atıldı, seçilemedi, küstü. İkinci dünya savaşında saf değiştirdi, kendi ülkesini satmaya başladı, çaktırmadan Hitler’e çalıştı. Yakalandı, bir süre tutuklandı, sonra ev hapsine alındı, savaş bitince İngiltere’yi terketti, Lübnan’a taşındı. Kalpten öldü. Beyrut’ta müslüman mezarlığına gömüldü.
*
Bu casus arkadaşın bir oğlu vardı, Kim Philby… O da babası gibi Cambridge’ten mezundu, o da sular seller gibi Arapça biliyordu, o da casustu. 1947’de konsolosluk sekreteri ayağıyla İstanbul’a gönderildi. CIA ve MI6’in irtibat görevi için Washington’a tayin edildi. Soğuk Savaş tarihine “asrın casusu” olarak geçti. Çünkü, çift taraflı çalışıyordu. Köstebekti. Sovyet gizli servisi tarafından devşirilmişti, Moskova’ya bilgi satıyordu. Şüphelenildi, takip edildi, bir türlü suçüstü yapılamadı ama, kovuldu. O da gitti, babası gibi Beyrut’a yerleşti. Güya gazeteciydi.
*
Gel zaman git zaman, 1961’de Anatoliy Golitsy isimli KGB subayı ABD’ye iltica etti, bülbül gibi öttü. Kim Philby’nin ipliğini pazara çıkardı. Aranan kanıt nihayet bulunmuştu. İngiliz siciminin boynuna dolanmak üzere olduğunu anlayan Kim Philby, Suriye üzerinden Ermenistan’a, oradan Rusya’ya kaçtı.
*
Daha önce bir İngiliz, bir Amerikalı eşinden boşanmıştı, bu sefer Polonya kökenli Rus yazar Rufina Pukhova’yla evlendi. Hayatı roman oldu, Hollywood’ta film oldu. Alkolik oldu. İki defa intihara kalkıştı, beceremedi. 1988’de babası gibi kalpten gitti. Rusya, onun hatırasına posta pulu bastırdı.
*
Ölümünden sonra ortaya çıktı ki… İstanbul’da çalıştığı sırada, SSCB’nin İstanbul başkonsolosluğunda görevli olan ve İngiltere’ye iltica etmek isteyen Konstantin Volkov isimli KGB subayını, usta manevralarla bizzat kendi elleriyle KGB’ye teslim etmişti. Çünkü, Volkov’un çantasında köstebeklerin listesi vardı ve listenin en başında Kim Philby yazıyordu!
*
Bu casus arkadaşın, kendisi gibi casus olan babasına dönersek… Suudileri örgütleyen John Philby, Irak’ın örgütlenmesi işini Gertrude Bell isimli bir kadınla yürütüyordu.
*
Gertrude casustu. Oxford mezunuydu. Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe dahil, şakır şakır yedi lisan biliyordu. Çok güzeldi. Kızıl saçlı, yeşil gözlü, narin yapılıydı. Gören çarpılıyordu. Etrafına ışık saçıyordu. Arkeolog ayaklarıyla Mezopotamya’yı karış karış gezdi, aşiretleri örgütledi. 1919’da Paris Konferansı’na delege olarak katıldı. Haritaladı… Kürt, Arap, Türkmen bölgelerine ayırdı, bugünkü Irak’ın sınırlarını elleriyle çizdi. 1924’te Türkiye’yle İngiltere arasında imzalanan Irak sınırı, onun eseriydi. Bir de kral buldu… John Philby’nin kankası Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı, kukla olarak Irak tahtına oturttu.
*
Araplar ona “çöl kraliçesi” diyordu. Hiç evlenmedi. Aşıktı aslında… Binbaşı Dick Doghty-Willie’ye aşıktı. Talihsizliğe bakın ki, binbaşı evliydi. Gizli gizli mektuplaşıyorlar, buluşuyorlardı ama, binbaşı eşinden boşanmıyor, Gertrude bunalıma giriyordu. Meseleyi biz çözdük… Binbaşıyı Çanakkale’de vurduk, herif öldü, aile faciası yaşanmasına gerek kalmadı!
*
Gertrude’un Türk nefreti böyle başlamıştı. Sevgilisi ölünce kendini Kahire’ye attı, İngiliz gizli servisinin Arap bürosuna katıldı. Yukarda özetlediğim işleri halletmek için Irak’a geçti. Önce bizim kuyumuzu kazdı, sonra kendi başını yedi. 1926’da, 58 yaşındayken aşırı dozda uyku hapı alarak, intihar etti. Bağdat’a İngiliz mezarlığına gömüldü.
*
Kendini öldürmeden önce, gene arkeolog ayaklarıyla defalarca Anadolu’ya geldi. Kadın konusundaki zafiyetimizi biliyordu, gayet iyi kullandı, kapıları ardına kadar açtırdı. Yetmedi, istediği gibi kurcalasın, memlekette cirit atsın diye, yanına rehber bile verdik iyi mi… Hakkını verdi. Memlekette dört döndü. Ne Diyarbakır bıraktı, ne Adana, ne Konya, ne Kayseri, ne Kapadokya… Cudi’ye bile tırmandı. Kürt köylerini listeledi, hangi aşiret devletten yanadır, hangi aşiret ihanete müsaittir, şeceresini çıkardı. Nereler kuytudur, nerelerden nerelere geçilir, haritaladı. Mesela bir mektubunda “Zaho kampında konakladım” diyordu. Bilmiyorum bi yerlerden hatırlıyor musunuz, Zaho kampını!
*
Antakya’ya gitti. Karkamış’ta kazı yaptı. Bugün ne hale geldiğini gördüğümüz Suriye sınırında kiliseleri geziyorum dümeniyle, ahalinin etnik kökenini, mezheplerini raporladı. Öldüğünde, kendisinden geriye, elyazısıyla 16 günlük, iki bine yakın mektup, yedi bin fotoğraf kaldı.
*
Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı, Gertrude dört ay sonra Anadolu’ya sızdı, Malatya’ya geldi, Kürt aşiretlerini devşirmeye çalışan İngiliz casusu binbaşı Noel’le buluştu, Elazığ’a geçmek isterken enselendi, kendisiyle anladığı lisandan konuşuldu. Kuvayi milliyecilerin padişahçılara pek benzemediğini öğrenmiş oldu, milli mücadele bitene kadar Anadolu’ya adım atmadı.
*
Dedim ya, hiç evlenmemişti. Ama, anne sayılırdı. Çünkü “manevi oğlum” dediği biri vardı. Yarbay Thomas Edward Lawrence… Namı diğer, Arabistanlı Lawrence!
*
Evlat yetiştirir gibi yetiştirdi, yol gösterdi, akıl hocalığını yaptı, nüfuzlu kişilerle tanıştırdı. Arabistanlı Lawrence, kendisinden 20 yaş büyük olan bu kadın için “annemden farksız, bildiğim her şeyi ondan öğrendim” diyordu.
*
Tayyip Erdoğan’la Abdullah Gül’ü kaldığı oteline, ayağına getirtip madalya takan Suudi kralı var ya… İşte bu Lawrence’in Cidde’de yaşadığı evi restore ettirdi, kapısına da kocaman harflerle “bu ev Türklere karşı savaş vermemize yardımcı olan Lawrence’in karargahıdır” diye plaket astı!
*
Neyse… 1953’de henüz 46 yaşındayken motosiklet kazasında ölen Arabistanlı Lawrence’ın hayatı film oldu. 1962’de vizyona girdi, en iyi yönetmen dahil, yedi dalda Oscar kazandı. ABD Kongre Kütüphanesi tarafından, tarihi değeri nedeniyle, Ulusal Film Arşivi’nde koruma altına alındı.
*
Ancak…
The End olmadı.
*
Gertrude Bell’in hayatı da film oldu. “Çöl Kraliçesi” isimli filmde, efsane kadın casusu Oscar ödüllü Nicole Kidman canlandırdı. Çekimleri Fas’ta ve Ürdün’de yapıldı. Beş bin figüran kullanıldı.
*
Bu cuma günü vizyona giriyor.
*
Zamanlaması ne tesadüf di mi.
*
Kimbilir, yazarak anlatamıyoruz, belki seyrederek anlarız… Mesela, Mısır doğumlu İslam Teşkilatı sekreteri Ekmeleddin efendinin, neden yeni chp tarafından tıpış tıpış cumhurbaşkanı adayı ilan edildiğini, bu arkadaşın neden mhp tarafından tbmm başkanlığına aday gösterildiğini, İngiltere kraliçesi’nin dindar cumhurbaşkanımıza neden şövalye madalyası taktığını, genelkurmay başkanımızın neden sünnet çocuğu gibi Suudi kralının yanına oturtulduğunu, asrın liderimizin Suudi kralına madalya takmaya neden doyamadığını, Suriye’ye neden bulaştığımızı, Rus uçağını neden düşürdüğümüzü, Kürdistan kuran Barzani’nin Akp kongresinde neden onur konuğu yapıldığını, Katar’a neden nöbetçi askeri üs kurduğumuzu, laiksiz anayasayı, 14 senedir iktidarda olmalarına rağmen hiç hatırlamayıp, 14 sene sonra aniden Kut’ül ammare’yi hatırlamalarını, 14 sene sonra aniden başlayan Kut’ül ammare sevdasını filan… Belki daha iyi kavrarız.
*
Popcorn yemeyi ihmal etmeyin, iyi seyirler Türkiye.