Önce anımsatmama izin veriniz:
1) Atatürk, İnönü, Bayar, Menderes, Ecevit başkanlık sistemine karşıydı.
2) Demirel’in, başkanlık sistemini savunduğunu söylemek pek doğru olmaz. Cumhurbaşkanını halkın seçmesinden yanaydı.
3) Başkanlık sistemini en çok isteyen ve dile getiren Özal’dı. Ancak bunu da 1990’lı yılların başından itibaren söylemeye başladı. Çünkü Özal hükümetin başındayken parlamentodan istediği kanunu çıkaramamaktan; cumhurbaşkanı olduktan sonra ise ANAP üzerindeki yönlendirme yetkisini yeterince muhafaza edemeyerek, zihnindeki icraat planını gerçekleştirememekten şikayetçiydi. Peki…
Başkanlık sistemini isteyen Özal’ın “zihnindeki icraat planı” neydi: “Yeni Türkiye!..”
Yani…
Kuzey Irak’ı da içine alan eyaletlere ayrılmış Türk-Kürt Federasyonu!..
Ne tesadüf!.. 1990 yılındaki Körfez Savaşı’na denk gelen Türkiye’de başkanlık sistemi tartışmaları, hep Kürt sorunuyla birlikte ele alındı.
Ya bugün?.. Şimdilik susuluyor.
Bunun yerine ne yapılıyor:
Başbakanlık’tan geldiğini söyleyen kimi kişiler evlerin kapısını çalıp anketyapıyor: “Kendinizi güvenlikte hissediyor musunuz?”
Ne diyordu AKP’liler:
“Kapı kapı dolaşıp başkanlık sistemini anlatacağız.”
Demek korkutarak yapıyorlar/yapacaklar!
Yöntemi bilmek AKP’nin başkanlık sistemi inadının özünü ortaya çıkarmıyor.
Öyle ya; siyasi güç anlamında Erdoğan’ın durumu Özal’dan çok çok iyi; her şey iki dudağı arasında; Meclis avucunda! İstediği icraatı yapabilir, istediği yasayı çıkartabilir.
Türkiye’de “parti devlet” kavramını ilk yazan kişiyim. Bunun lideri de Erdoğan!
O halde… Böylesine bir siyasal gücü elinde tutan Erdoğan’ın, başkanlık sistemi/anayasa değişikliği inadının sebebi nedir?..
Özel mektuplar
Yıl, 1957.
1954’den itibaren Baas, Suriye siyasi hayatında gücünü hissettirmeye başladı. Nitekim 1957 yılı başından itibaren Suriye gittikçe sola kaymaya başladı. Hele…
Savunma Bakanı Halit el-Azm’in, Sovyetler Birliği ile 500 milyon dolarlık ekonomik ve askeri yardım anlaşması yapması; ve Genelkurmay Başkanı General Nizamettin, emekliye sevk edilip yerine, gençliğinde Fransız Komünist Partisi’ne üye olmuş Albay Afif el-Bızrî’nin getirilmesi kimi “gözlerin” bu ülkeye çevrilmesine neden oldu.
İsrail Başbakanı Ben Gurion, ABD Başkanı Eisenhower’e gönderdiği mesajda, “Suriye’nin milletlerarası komünizmin bir üssü haline gelmesi, zamanımızda hür dünyanın karşısına çıkan en tehlikeli hadiselerden biridir” dedi.
Eisenhower, 21 Ağustos 1957’de Suudi Kralı Abdülaziz’e şu mektubu gönderdi:
“Suriye’nin komşularının bu sorunu dış güçlerin müdahalesine gerek olmadan çözmesi bizim için çok daha tercih sebebidir. İslam’ın kutsal yerlerinin koruyucusu olarak Kral hazretlerinin sahip olduğu önemli konumunu düşündüğümüzde, ateist temelli komünizmin Müslüman dünyasının bu kritik bölgesine yerleşmemesi için gücünüzü kullanacağınıza inancım tamdır.”
Kuşkusuz benzer mektup Türkiye’ye de geldi…
Ağustosun son haftasında, Irak Kralı Faysal ve Ürdün Kralı Hüseyin İstanbul’a gelerek Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile görüştüler. Bu görüşmelere Amerika Dışişleri Bakan Yardımcısı Loy Henderson da katıldı.
ABD, olası bir savaş durumunda Türkiye’ye, derhal silah yardımı yapacağını bildirdi. Türkiye; bir yandan ihtiyatları silah altına çağırarak, bir yandan daSuriye sınırları yakınında askeri manevralar düzenleyerek Suriye’ye uyarıda bulunmak istedi.
Ayrıntıya boğmayayım, sonunda sorun çözüldü.
Gelelim bugüne…
Dün ve bugün
Dün; Suriye konusunda karşı karşıya gelen ABD ile Rusya, bugün; birlikte hareket edip, Suriye barışı anlaşmasına imza koyuyor. (Ki bunu Kürdistan’a “evet” diye de okuyabiliriz!)
Dün; laik solcu Baas’a karşı Suudileri harekete geçirmek isteyen ABD, bugün;Suriye’de laik solcu PYD ile kol kola!
Dün; Sovyetlere yakın olduğu için Barzani’ye karşı olan ABD, bugün;Barzani’nin en büyük destekçisi.
Dün; Sovyetlere yakın olduğu için PKK’ya karşı olan ABD’nin, bugün; PKK’ya yardım ettiği sır değil.
Diyeceksiniz ki…
Bunların Erdoğan’ın başkanlık sistemini ısrarla istemesiyle ne ilgisi var?
Şöyle…
Çok eskiden… Hint İmparatoru satranç oyununu, Pers İmparatoruna, yanında bir mektup ekleyerek hediye olarak gönderir. Mektubunda oyunla ilgili hiçbir açıklama yapmazken şöyle bir mesaj yazar: “Kim daha çok düşünüyor… Kim daha iyi biliyor… Kim daha ileriyi görüyorsa… O kazanır! İşte hayat budur…”
Satranç strateji oyunudur.
Satranç, politikadır!
Sadece kendi hamlelerinizi değil rakip hamlelerini de düşünerek hareket etmek zorundasınız.
Yani…
Türkiye’de başkanlık sistemi Kürt meselesiyle birlikte masaya yatırılır.
Yani…
Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’yi de kapsayan Türk-Kürt Federasyonu’na mecbur edecekler Türkiye’yi!
Bu kadar kanı boşuna döktürmüyor emperyalistler!..
Yani…
Dün Özal’a yaptıramadılar.
Ya bugün?..
Amaçları ulus devleti yıkmak…