İstanbul Vezneciler’deki bombayla uçurulan servis arabalarını, eriyip havaya karışan araçları, kanı revanı, terörün neden olduğu en acımasız kıyımı gördükten sonra aradan bir iki gün bile geçmedi.
Tel tel dökülen, bombanın iskeletini çıkardığı, çevresi kıyamet yerine dönmüş bir beton binanın resmiyle çıktı karşımıza Midyat Emniyet Müdürlüğüne terör örgütü Pekaka’nın saldırısı…
Her saldırıda olduğu gibi buradan da ne öyküler, anlatılamaz ne acılar düştü basın yayına… Duyanlar duydu, duymayanlar zaten kıllarını kıpırdatmadılar. Ülkeyi yönetenler, Türk ulusuyla hiçbir ilişkisi olmayan, dünyaya hiçbir güzellik bağışlamayan, hiçbir şey üretmemiş, insanlığa hiçbir katkısı olmamış, Amerika’nın övüncü, gururu, yaşlanıp eceliyle ölmüş bir zenci boksörün ardına düştüler, Suudilerin sözcüsü durumunda, şehitlerimiz için akıllarına gelmeyen kabe örtüsü ellerinde, aileye verecekleri ama geri çevrilen hediyeleri kollarında, çağrılmadıkları, yollarının gözlenmediği bu cenazeye gittiler, eloğlundan da ağızlarının payını aldılar…
Ertesi günü, konuşmacı seçilen bir haham, eski ABD başkanı Clinton’un konuşturulduğu o cenazede, milyonlara canlı yayınlanan törende, Türkiye’ye laf atsın… Canlı bombalı, devletine baş kaldıran, askerine, polisine silah çeken, daha dün, bugün kaç cana kıyan teröristleri kayırsın, ülkemizdeki durumu çarpıtsın! Cenazede Türkiye karşıtı siyaset yapılsın. Buna o çok bayıldıkları boksörün ailesi, Amerikalı zenci müslümanlar, ABD’li siyasiler, iktidarın Yahudi dostları izin versin:
“Türkiye’nin liderlerine “Kürtleri” öldürmeyi bırakmalarını söyleyin.”
*
Tüm bunlar olurken, aynı anlarda ülkemiz, İstanbul’daki acıyı, yaşanan dehşeti üzerinden atamadan Midyat saldırısıyla yeniden acılar içersindeydi…
Televizyonlarda algı yönlendirmesi için her yol deneniyor, iktidar ve bölücü yandaşları ellerinden geleni ardına koymuyorlar…
TRT’de, jöleli takma adlı, eskiden AKP karşıtı, çoktandır AKP yandaşı, iktidar danışmanı bir gazeteci çıkmış ortalığa veryansın ediyordu. Ulusal kimliği yadsıyor, önemli olanın vatandaşlık bağı olduğunu hem de Atatürk’ü örnek vererek (Atatürk’e Atatürk demeden) anlatıyordu. Bombalı saldırıdan sonra suçluyu bulmuş, herkese yediriyordu.
Bakın dinleyin:
“Ne diyor Gazi Mustafa Kemal? Ne mutlu Türk’üm diyene! Ne mutlu Türk olana demiyor.
C.başkanımızın bir çok konuşmasında örnek verdiği gibi etnisite diye bir şey yok. Osmanlı’da görev, o görevi yapabilme kabiliyetine göre verilirdi, etnisiteye göre değil.
Türkiye’de etnik ayrışmayı kaşımaya başlayanlar bugünkü bombanın pilini çekenler.”
İktidar karşıtlarının hepsini terörist yapıp çıkıyordu:
“Gezi olaylarını denediler olmadı. 17-25 Aralık’ta denediler olmadı. Fetö’yü (Fethullah Gülen Örgütü (?) ) denediler olmadı. Şimdi bombaya başladılar.”
Bölücü terör örgütü ile iktidar karşıtlığı olma böylece bir güzel karıştırılıyordu. Bugünkü ortamı hazırlayanları, teröristle görüşenleri, onları açılımla azdıranları, sorumlu iktidarı bir güzel aklıyordu bu sözleriyle. Sonra alıştırmaya devam:
“Etnisite yok! TC vatandaşı olmak esastır. Bugünkü saldırının kökeni bin yıl öncesine dayanıyor. Bizim bu coğrafyada varlığımız istenmiyor!..”
Tüm gerçekler çarpıtılarak ülkemizin bölünmesinin önü açılıyor bu konuşmayla. Ulusal kimliği inkâr edecekler ki, yapmak istedikleri Anayasa’dan Türk adının çıkarılmasına Türk ulusu ses etmesin. Oysa gerçek tam tersi.
Yüce önderimiz, Türk olma demiyor sana, Türk’üm de, diyor. Türk’üm diyeceksin! Atatürk Türklüğüyle hep övünmüştür:
“Benim yaradılışımda fevkâlade olan bir şey varsa, Türk olarak dünyaya gelmemdir.” diyen bir yüce kişi, o sözü boşuna söylememiştir!
Ya Atatürk’ün bu sözü:
“ Bu memleket, tarihte Türk’tü; hâlde de Türk’tür ve ebediyen Türk kalacaktır.”
Demek ki neymiş?
Etnisite varmış, bu ülke Türk vatanıymış… Bin yıl önceleri karıştırarak da işi sulandırıyor. Türk vatanı, kanla irfanla kurulan Cumhuriyet’le çizilen sınırlarıyla burada sonsuza dek yaşayacak, kim kimi istemiyormuş?
*
Yine, ertesi akşam, başka bir televizyon yayını. Bomba patlatılan Midyat’ta, PKK’ya karşı bayraklı gösteri yapılmış. Bunun üzerine ekrana çıkarılan bir kişi, bir belediye görevlisi, kendisi Midyat belediyesinin başkan yardımcısı olurmuş, bu saldırıda öldürülen polislere, sözün özü, şehitlerimize “Misafirlerimiz” diyordu.
“ Misafirlerimize ev sahipliği yapamadık!”
Bölücü olduğu, bu sözüyle göze sokulan birini, araya girmeden konuşturuyorlar, adına, Ulusal Kanal” diyen, adından, yayınına çıkanlardan dolayı çok sevilen bir kanalda yapıyorlardı bunu hem de…
Bir polis, atanarak gittiği yörenin, çalıştığı kentin, oturduğu, yaşadığı yerin, en basitiyle dersek, ülkesinin misafiri olur mu? Dünyada böyle bir anlayış nerede vardır? Türk vatanının evsahibi söylenecekse, evsahibi, önce devlet kurucularımız (Atatürk ve silah arkadaşları), vatanı koruyanlar, askerlerimiz, polislerimiz değil midir?
Mehmet Taş, bu konuşan kişinin adı. Yayından ayrılmaya yakın kendini tanıtacak:
“Ben ilkokulu okuyamadım.” diyor önce, hemen duraksıyor. Eh, ilkokul diplomasız belediyede başkanlık, yardımcılık yapılamaz tabii. Beş yıllık memuriyet yapması da zorunlu bu göreve getirilecek kişinin. Lafı başa çevirip, değiştiriyor, “ İlkokulu okudum, ortaokulu bitiremedim.” Sonrası şöyle:
“Okul hayatım bitti… Çok hayalim vardı… On dört yaşımda ben korucu oldum. On bir yaşında evde nöbet tutuyordum. Okuyamadık ama babamın aşireti arasında büyüdüm. Bu çalışmayla, okumayla olmuyor…”
Bu sözleri de sonun sonu:
“Midyat güzeldir. Midyat Türkiye’nin gerçeğidir (?). Batıdan kim gelirse başımızın üstünde yeri var.”
Midyat’taki o günün bayraklı yürüyüş resimleri gösterilirken, başkan yardımcısı Taş’ın ilk sözleri şöyleydi:
“Batıdan bize misafirliğe geldiler, bir yıl iki yıl göreve…”
Bunu duyunca ne misafiri, kimmiş misafir diye sorarken kendimize, belediye başkan yardımcısı bu kişi makineli tüfek gibi konuşmasını sürdürüyordu…
“Şehitlerimizi bize verin. Şehitlerimizi bugün burdan uğurladık, misafirlerimizi…
O aileler bizleri de çocukları kabul ederler, bağırlarına basarlar. Altı aylık hamile unutulur mu? Ben eşime, affedersiniz dedim ki:
“Biz emanetimize sahip çıkamadık.
Misafirimize bakamadık!
Bu güzel insanlar, bu güzel toplum bunu inşallah bir daha yaşamaz.
PKK’nın da, devletin tarihinde Midyat olacak. Bir iki sene içinde ümit ederim PKK’dan bahsetmeyiz. Midyat tarihe geçecek. Midyat halkının tarihe geçmesi gerekir. Midyat halkına bu yakışır.
Doğusunda, batısında, Avrupa’sındaki, Ortadoğu’sundaki tüm Türkiye’nin başı sağ olsun…”
Şimdi hiç kesilmeden, bir yeri düzeltilmeden, konuşan uyarılmadan sürüp giden bu konuşmayı bir sorgulayalım:
“Batıdan bize misafirliğe geldiler.”
Buradaki “Batı” ne demektir? Biz derken oradaki biz kim? Belediye görevlisi biz derken kimi diyor? Kendini mi, belediyeyi mi, neyi kimi?
Misafirliğe gelenler kimlerdir? Kim kime misafirmiş? Misafir kime gelmiş? Nereden gelmiş?
Emanet ne burada? Sahip çıkamadığı emanet nasıl bir şey? Kim ona emanet etmiş? Bakamadığı misafiri kim? Bakamamak ne demek?
Süslü sözlerin arasında asıl demek istenenin ne olduğu, nasıl bir algı yönlendirmesi yapıldığı görülmüyor mu?
Bu konuşmadaki misafir sözünden irkilen, misafir sözü bu konuşmada kaç kez yinelenirken üzüntüden yerinde duramayan tek ben değildim. Bu konuşmayı dinlerken şaşıran, bu nasıl bir benzetmedir, yakıştırmadır, ülkemizin güvenlik güçlerine kim nasıl misafir diyebilir, yaz bunu bizim için, sesimiz ol diyenlerin sözcüsüyüm…
Misafir, Arapça musâfir sözünün ağzımızda değişerek Türkçeleştirilmişi. Konuk demek, yolcu, yoldan gelen. Bulunduğu yerden her an ayrılacakmış gibi tedirgin oturmanın, elini bir işe sürmemenin, kendine baktırmanın adı, misafir gibi oturma. Ne deriz “Misafirlik üç günlük.” Birinin evine, bir yere kısa bir süre kalmaya giden kişi, misafir. Konuksever, konuklarına iyi davranan, konuğunu iyi ağırlayan.
Şimdi Midyat’ın belediye başkan yardımcısı kimdir ki ev sahibi oluyor Midyat’ın? Ne o, bu devirde aşiret falan… Yerel yönetimce ( belediye başkanınca) atanmış bir kişisin. Yerel yönetim belediye demek. Orada yaşayanların su, elektirik, toplu taşıma, temizlik, esnaf denetimi gibi işlerine bakan, seçimle görevlendirilen bir birim.
Tanımdan da anlaşılıyor ki, başka ülkeleri, uygulamaları bir yana bırakalım, ülkemizde belediye demek, hizmet demek. Belli hizmetleri gören.
Şimdi bu Midyat belediyesinde belediye başkanınca atanan bu kişi, kimin ev sahibi oluyor? Nerenin ev sahibi? Misafiri, ona misafir gelen kim?
Midyat’taki son saldırıda ikisi kadın, üç polisimiz şehit edilmiş. Polis ne demek? Kentlerdeki, ilçelerdeki güvenlik gücü. Devletin gücü. Devletin gücü bir devletin bir ilçesinde misafir sayılır mı? Neyin kimin misafiri?
Ülkemizde bazı yörelerimiz başkalarına mı ait? Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde değiller mi? Komşu ülkenin, başka bir gücün yerleşim yerleri oldu da buralar, bizim haberimiz mi olmadı?
“Doğusunda, batısında, Avrupa’sındaki, Ortadoğu’sundaki tüm Türkiye’nin başı sağ olsun…” Bu sözü de anlayan anlatsın. Yoksa orada, “Türkiye” yerine “Türkler” mi denmesi gerekiyordu?
*
Son saldırı, bu yıl, güvenlik güçlerine (asker-polis) karşı olan ilk terör saldırısı mıydı Midyat’ta? Ne gezer… Bir önceki saldırı çok yakında, 25 Mayıs’ta olmuştu. Midyat, Anıtlı’da, Anıtlı jandarma karakoluna saldırılmış. Neyle mi? Aynı şekilde, bombalı araçla. Bir astsubayımız, iki korucumuz şehit olmuş. Kendilerini feda eden bu yiğitler, bombalı aracı durdurarak, karakol önünde on metrelik bir çukur açan bu araçlı bombadan, çok daha büyük can kaybı yaşanmasını önlemişler…
Şehitlerimiz: Jandarma Astsubay Üstçavuş Salih Yıldırım’la birlikte köy korucuları Tahsin Demir (38), Şehmuz Boru (42). Biri ağır iki askerimiz de yaralanmış bu canlı bombalı (aracı patlatma) saldırıda. Şehit Korucu Tahsin Demir’in Karabük’te askerlik yapan oğlu da, cenaze törenine yetişmiş…
*
Mardin’in Midyat ilçesini, dil bayrağımız Türkçe ile ilgilenenler iyi anımsarlar. 2012 yılında buradan duyurulan bir haber bize küçük dilimizi yutturacaktı.
Mihlamince diye bir dil (!) buranın Cumhuriyet Ortaokulu’nda seçmeli ders olarak okutulmaya başlanmış. Yok yazamadım, bakarak tek tek harflere basarak yazayım: “Mihallemice “. Yine olmadı, başı “ı” olacakmış : Mıhallemice.
Bir yaşınıza daha girdiniz mi? Şu dil (!) zenginliğine, şu akıl almaz isteklere, bölünmenin katmerlisine, dil birliğinin bozulmasına bakar mısınız? Böyle bolluk nerede vardır?
Midyat Cumhuriyet Ortaokulu’nda, dünyada, yeryüzünde bir ilk yaşanmış. Bu adlı bir şey okullara ders diye girmiş.
Dersi veren Mehmet Ali Aslan, “En demokratik ülkeler dahil, dünyanın hiçbir ülkesinde Mıhallemice ders verilmemişti.” diyor. Arkasından istekler paketi. Başka arzunuz?
“Üniversitelerde Mıhallemice bölüm açılmasını ve Mihallemice TV açılmasını talep ediyoruz…”
*
Midyat’a pirince giderken tüccarın biri eskiden yolda soyulmuş, pirinç alamadan köyüne dönmüş. Geriye o çok bilinen, uyaran deyimimiz kalmış:
“Midyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak.”
Askerin polisin misafir sayıldığı yerler, Osmanlı’dan örnek verenler, devleti dönüştürmek isteyenler, gemi azıya alan bölücüler, Türkçeyi yükseltmek daha iyi öğrenmek yerine Mıhallebice dersi haftada iki kez yetmez zorunlu ders olsun, Üniversitesini de, TV’sini de isteriz diyenler, bu duruma izin verenler Ay’da değiller herhalde, bunlar şaka da değil…
Yukardaki konuşmadaki misafirimiz sözünden alınmayanlar, kurulan düzeni, tuzağı anlamazdan gelenler, işbirlikçileri… Ay’dan Mars’tan gelmediler…
Evdeki bulgurumuzu, yanlış dedim, dilim sürçtü, aklımızı iyi koruyalım.
Feza Tiryaki, 11 Haziran 2016
İLK KURŞUN