Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı olarak bir çağrıda bulundu ve teröre karşı “millet koalisyonu” kurulmasını istedi. Erdoğan’ın sözleri şöyle:
“Mecliste temsil edilen partilerden, yaşanan bu tarihi dönemin hassasiyetine uygun şekilde, siyasi rekabeti bir kenara bırakıp birlik ve beraberlik içinde hareket etmelerini istiyorum. Bugün Mecliste yıllardır uğraştığımız ama bir türlü gerçekleştirmeyi başaramadığımız o büyük mutabakatı milletimize ve tüm dünyaya göstermenin tam zamanıdır. Teröre karşı ‘millet koalisyonuna’ ihtiyacımız var. Bugün karşımızda iki taraf vardır: Bir yanda masum insanların hayatına kast eden teröristler, diğer yanda ise güvenlik ve adalet bekleyen 79 milyon vatandaşımız.”
***
Millet bir “koalisyon” değildir, millet olmak belli bir ülkü etrafında yekvücut olmaktır ama Erdoğan’ın da bunu kastettiğini varsayalım ve soralım:
– Peki ama Oslo koalisyonu ne olacak? Dolmabahçe mutabakatını tanımadığınızı açıkladınız ama İmralı ile Kandil arasında gidip gelenler, bütün ayrıntılardan haberdar olduğunuzu söylüyor. Habur karşılaması da unutulmuş değil. Üstelik verdiğiniz talimatı uygulayan AKP’deki arkadaşlarınızla birlikte artık kamu görevlileri de “Yeni Türkiye Yeni Gelecek” adı altında düzenlenen toplantılarda başkanlık sistemini savunuyor! Meselâ Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin, Erzurum’da düzenlenen konferansta parlamenter sistem aleyhinde konuşmalar yaptı!
Bu durum, ufku açık insanların gözünden kaçmıyor. Meselâ Hasan Çakıroğlu, gönderdiği mesajda şöyle diyor:
“Bir taraftan ‘terörle mücadele edilerek’ milliyetçi oylar garantiye alınıyor, diğer taraftan anayasa değişikliği ve başkanlıkla birlikte Türkiye bir Türk-Kürt federasyonuna sürükleniyor! Bu durum, ABD ve diğer tüm emperyal güçler ve onların maşalarının da işine gelir. Erdoğan da bunun farkında ve oyununu buna göre kurguluyor. Yandaş basına dikkat edin hepsi PKK düşmanı kesildi ve hepsi neredeyse orducu oldular.
Önce PKK’nın şehirlere yerleşmesine göz yumacaksın, sonra da onunla savaşıp ‘kahraman’ olacaksın!
Ne diyeyim; ortalama insan zekâsı bu basit oyunu görmüyor.”
***
Bu arada Ankara ve İstanbul’da teröre karşı teyakkuz durumu devam ediyor. Bilindiği gibi Osmanlı devletinin başkenti olan İstanbul, İtilaf devletlerince 16 Mart 1920’de resmen işgal edilmiş, Mehmetçiklerimiz, Şehzadebaşı’ndaki koğuşlarında İngilizlerce kurşuna dizilerek şehit edilmişti.
18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi ve Şehitler Günü nedeniyle Edirnekapı Şehitliği’ne bir gezi düzenleyen Kâğıthane Kız Anadolu İmam-Hatip Lisesi öğrencileri, burada yatan 16 Mart şehitlerini de ziyaret ederek kabirleri başında Yasin-i Şerif okudu. İmam-Hatipli kızlar, 16 Mart Şehitleri ardından, Hava, Deniz, Kara, Çanakkale ve Polis şehitlikleri ile Mehmet Âkif Ersoy’un kabirlerini de ziyaret ederek dualar okudu.
İnsan ister istemez, “100 yıl sonra, Türkiye’nin başkenti Ankara’da da Mehmetçiklerimiz ve sivil vatandaşlarımız şehit ediliyor!” diye düşünüyor.
***
Yavuz S. Sancaktar ise “2019’a ya da gittiği yere kadar balonun içi kayyumlarla, anti-demokratik ve faşizan uygulamalarla, terörle mücadele kılıfı altında kendilerinden olmayan herkesin terörist ilan edilmesiyle, kinle, nefretle, düşmanlıkla, kan, ölüm ve gözyaşı ile doldurulacak. Abramowitz ve Edelman’ın açıklamaları ile Bayık’a yaptırılan açıklamaya da bu çerçeveden bakmak lazım.
Balon patladıktan sonra, toplumda bir rahatlama olacaktır. Yıllarca yaşanan tüm kötülükler ve hukuksuzluklar patlatılan balona ve onunla beraber patlayan yakın çevresine yüklenecektir. Bir de Allah’ın plânı var. Allah, plân kuranların en iyisidir” diyor.
yeniçağ