Tüfek icat oldu.
Mertlik bozuldu.
E bizde de tüfek yoktu.
*
ABD başkanı, bizim padişahımız efendimize haber gönderdi, “size uygun fiyatla tüfek satalım” dedi. Padişahımız efendimiz pek mutlu oldu. Tanesi 4 dolardan 114 bin Enfield marka tüfeği kakaladılar.
*
Taaa içsavaşta kullandıkları, modası geçmiş tüfeklerdi.
*
Baktılar ki, bizimkilerin dünyadan haberi yok, yağlı kapı… “Size güzel bi indirim yapalım, daha kaliteli tüfek verelim” dediler. Tanesi 7 dolardan 125 bin Springfield marka tüfek sokuşturdular.
*
ABD yönetimi, Springfieldlerin siparişi için Henri Metclaff isimli bi yüzbaşıyı görevlendirmişti. 4 dolarlık dandik tüfeği, indirim yaparak 7 dolara kakalayan bu arkadaşa, üstün gayretlerinden ötürü, padişahımız efendimiz tarafından madalya verildi!
*
Adamlar gördü ki, bunlar kerizin önde gideni… Tüfeklerin gemiyle nakliye masrafını bile bize ödettiler.
*
Bilahare, Oliver Winchester methimizi duydu, İstanbul’a koştu. Padişahımızın huzuruna çıktı, “gelin ben size tüfeklerin en iyisini, Winchester’i satayım, kızılderililerin kökünü bunlarla kazıdık, şahane öldürüyor, üstelik, mermide indirim yaparım, canınız çektiği kadar, bol bol öldürürsünüz” dedi.
*
Aynı zamanda, Connecticut senatörüydü. “Siz beni bağlayın, ben de sizin Beyaz Saray’daki işlerinizi bağlayayım” demeye getirmişti.
*
O güne kadar, Osmanlı’nın ABD’ye ihracatı, ithalatın iki katıydı. Bu alışverişten sonra, ABD’den ithalat, ihracatı ikiye katladı!
*
Winchester’in menzili kısaydı, anca 200 metreye kadar vurabiliyordu ama… Amerikalılar ekonomik hedefi 12’den vurmuştu.
*
Bu sefer, Bulak bey devreye girdi. Asıl ismi Edward Blacque’dı… Fransızdı. Eşi Amerikalıydı. Washington büyükelçimizdi!
*
Gavur’dan huylanan sayın ahalimiz uyanmasın diye, “bu ne biçim müslüman?” demesinler diye… “Edward bey” dememişler, kulağa hoş gelsin diye “Bulak bey” şeklinde tercüme etmişlerdi. Doğma büyüme Edward’ı, sayın ahalimize Bulak bey diye kakalamışlardı.
*
Bulak bey, padişahımız efendimize nefis bi öneri getirdi, “Winchester falan hikaye, biz en iyisi Martini Henry marka tüfeklerden alalım, bunların menzili 1700 metre, tee anasının nikahı bile vuruyor” dedi.
*
Hani şu, at “Martini” debreli hasan derler ya… Veya, aynalı “Martin” yaptırdım da narinim… İşte o Martini Henry.
*
Ruslarla kapışmak üzereydik, uzun menzilli tüfek lazımdı, padişahımız efendimizin aklına yattı, “Martini alalım bari” dedi.
*
Bulak bey, gene nefis bir öneri getirdi, “ABD devletinden almayalım, pahalıya gelir, Providence Tool Company’den alalım, özel şirket, daha ucuz olur” dedi. Ona da “peki” denildi.
*
Tanesi 15 dolardan 300 bin Martini aldık. Süngüsü de 1 dolar 25 sent’ti. 16 dolar 25 sent’e geliyordu. Ama… Ödemeyi ABD dolarıyla değil, İngiliz şiliniyle yapacaktık. O niye? Çünkü, şirket Amerikan’dı ama, tüfek İngiliz malıydı.
*
Kendisi Fransız, eşi Amerikalı olan, güya Türk büyükelçi, Amerikan şirketi üzerinden İngiliz malı ayarlamıştı. Hayırlara vesile olmuştu!
*
Kabzasına da padişahımız efendimizin tuğrası işlenmişti. Pek fiyakalıydı. Pek beğenildi.
*
İşin ekstra matrak tarafı… Tool şirketi, ödemeyi geciktirdiniz diye mazeret uydurdu, tıkır tıkır parasını ödediğimiz 48 bin Martini ve 4 milyon mermiyi teslim etmedi. Üstüne, beni zarara uğrattınız diye tazminat davası açtı. N’ooluyor demeye kalmadı… “50 bin Martini daha sipariş ederseniz, hem vermediğim Martinileri veririm, hem de tazminat davasını geri çekerim” dedi. Padişahımız efendimiz düşündü taşındı, kabul etti iyi mi! 50 bin Martini daha sipariş etti. Tool şirketi -ki, bu kadar enayilik üzerine, ben de olsam aynı şeyi yapardım- parasını ödediğimiz tüfekleri gene vermedi. Bu defa, padişahımız efendimiz ABD mahkemelerinde karşı dava açtı. “Öyle kafana göre dava açamazsın, teminat göstermen lazım” dediler. Padişahımız efendimiz, Konya, Kastamonu ve Adana vilayetlerinden gelecek vergileri teminat olarak gösterdi. Tam duruşmalar başlıyordu ki, Tool şirketi iflas ettiğini açıkladı. Neticede, ödediğimiz paraları kaptırdık, 48 bin Martini ve 4 milyon mermi yerine babayı aldık.
*
Neyse… Ruslarla savaştık. Martinilerin 50 bin tanesini Plevne’de, 40 bin tanesini Kars Kalesi’nde Ruslara kaptırdık. Ruslar, bu Martinileri hem bize karşı kullandı, hem de 9 bin tanesini Japonlara sattı.
*
Bu sefer Almanlar devreye girdi, “Amerikalılar sizi söğüşlüyor, gelin biz size tüfeklerin kralını, Mauser’i satalım” dediler. Padişahımız efendimiz pek sevindi. Mavzerleri aldık, Martinileri depoya kaldırdık.
*
Unutmuştuk Martinileri… Ermeni kalkışması başlayınca, aniden hatırladık. Hamidiye alayları kurduk, aşiretlere dağıttık. Ruslar da, kaptırdığımız Martinileri depodan çıkardı, Ermenilere dağıttı.
*
Hepimiz birbirimizi Martinilerle vurduk.
*
Vuracak Ermeni kalmayınca, aşiretlere ferman saldılar, “işiniz bitti, Martinileri geri verin” dediler. Ama… Aşiretler salağa yattı, “ne martinisi, hangi martini, bizde martini filan yok” cevabını verdiler. Hiçbiri toplanamadı. Martiniler aşiretlerde kaldı.
*
Gel zaman git zaman… Dersim patladı. Padişahımız efendimizin kendi elleriyle dağıttığı Martiniler, bize doğrultuldu, bizi vurdu.
*
MİT tırları, budur.
*
Sen yeter ki birbirini vur.
Silah verenin çok olur.
*
Şu anda gene saray’dan yönetildiğimiz için, padişahlık döneminden örnekler verdim.
Biraz yakın tarihe gelip, 12 Eylül öncesinde kardeş kardeşi vursun diye, Bulgaristan’dan yüklenen, Karadeniz sahillerine boşaltılan gemileri de anlatabilirdim.
Veya, PKK’nın kullandığı Rus kalaşnikoflarını, Alman el bombalarını, İtalyan mayınlarını, İspanyol-Belçika tabancalarını da anlatabilirdim.
*
Türkiye Cumhuriyeti’nin maalesef… Kendi tarihinden bile ders almayan tipler tarafından yönetildiğinin kanıtıdır, MİT tırları.
*
“Yurtta sulh cihanda sulh” diyen Atatürk’e, yatıp kalkıp dua etmemiz gerektiğinin kanıtıdır.