Dünkü yazımı, “Çok net anlaşılıyor ki Türkiye, siyasi parti genel başkanlarının da ‘görevli’ olarak kullanıldığı bir oyunun, bir kumpasın içindedir. Bu kumpası kim bozabilir? Herkes Anayasa’nın başlangıç ilkelerini bir defa daha okusun. Orada görevin kime ait olduğu yazıyor!” diye bitirmiştim.
Gerçi daha önceleri de bu yönde çok hatırlatmada bulundum ama ısrarla üzerinde durmak gerekiyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temel ilkelerini korumak, her Türk vatandaşının birinci vazifesidir. Anayasanın başlangıç ilkelerinde, “Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, (…) Türk Milleti tarafından, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur” deniliyor.
***
Zaman zaman bizim gibi her zaman halkın huzurunda olan insanlara, Türk Milleti’nin hakkını hukukunu korumak için yeni bir siyasi hareket başlatmamız gerektiği yolunda tavsiyeler, öneriler gelir. Biz yazılarımızla, konuşmalarımızla, konferanslarımızla o hareketlerin içindeyiz zaten. Bayrak açılmıştır ama dalgalanması için kuvvetli bir rüzgâr esmesi gerekir. Tıpkı Arif Nihat Asya’nın “Bir bayrak rüzgâr bekliyor” dediği gibi! Gerçi şimdi de şehitler tepesi boş değil, toprağını şimdi de kahramanlar bekliyor.. Sur’da bekliyor, Cizre’de bekliyor, Şırnak’ta, İdil’de, bütün yurtta bekliyor..
Mesele şu ki; rüzgârı estirecek olan kitleler, yıllardır verdiği siyasi kararlarla, kendi bindiği dalı kestiğinin farkında değil. Mesele şu ki; kitlelere öncülük etmesi gereken aydınlar, aydın olmaktan çıkmış; kişisel çıkarlarının ve nefislerinin kölesi olmuş durumda. Daha fazla kazanmak için, güç kimdeyse ona boyun eğiyorlar! Oysa aydın olmanın birinci şartı, güce boyun eğmemektir.
***
Sadece iktidara boyun eğmemek değil, muhalefetçilik oynayan ama gerçekte iktidarla uzun zamandır işbirliği içinde olan siyasi partilerin kavalcılarına da boyun eğmemek.. Müslümanlık, milliyetçilik, sosyal adalet, demokrasi, barış kavalı çalanlar, kitleleri önceden belirlenmiş, daireler içine hapsediyor ve kontrol altına alıyor. Sonra da iktidarla birlikte dış dayatmaları hayata geçiriyorlar. Görüyoruz ki, İslâmı da ümmeti de milleti de adaleti de hep birlikte tükettiler!
MHP’de delegelerin belirli bir imza sayısına ulaşması ile bir ümit belirdi ama aday olacağını bildiren Süleyman Servet Sazak, bu çabanın parti yönetimi tarafından sonuçsuz bırakılacağını düşündüğü için imza toplamadığını belirtiyor. Fakat delegenin ve yıllardır millet davasına gönül verenlerin yükselen tepkilerini, “Bu baskıya can dayanmaz” sözleriyle ifade ediyor. “20 bin kişiyle, 50 bin kişiyle, 100 bin kişiyle genel merkezin önünde toplanıp ülkücünün hakkını arayacağız” diyor.
AKP’li, CHP’li veya MHP’li olsun; seçmen kendi, hakkını önce kendi partisinde aramalı ki, sonunda bu güçler bir araya geldiğinde topyekûn milletin hakkını koruyabilsin!
***
Artık devleti ve partiyi kuran kişinin resmini çöpe atanların yönetime girebildiği bir garabet haline gelen CHP’de de seçmen, Atatürk’ün manevi kişiliğinde temsil olunan “Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü” korumak istiyorsa, önce kendi partisine sahip çıkmalı, bu gidişin hesabını sormalıdır.
Tabii AKP ve HDP’li seçmenin sorumluluğu daha ağırdır. Çünkü Türkiye’nin içinde bulunduğu bugünkü ortamın sorumlusu, Tayyip Erdoğan veya Selahattin Demirtaş’tan önce bizzat kendileridir. Bu itibarla, bu iki partide de bayrak açacak insanlar gerekir. Bu yönde, AKP’de bazı hareketler başlamıştır..
yeniçağ