Bu hafta “Sizden Gelenler”in ilk konuğu Prof. Dr. Ali Demirsoy.
Demirsoy da günlerdir tartışılan “akademisyenler bildirisi”ne itiraz ediyor ama diğerlerinden farklı olarak, onun gerekçesi siyasi değil mesleki:
“Üç meslek grubunun kızarak, hormonlarının etkisine uyarak, paniğe kapılarak, emir vermesi, karar vermesi, fikir beyan etmesi, kesinlikle affedilemez. Çok özel mesleklerdir. Bir komutan savaş sırasında paniğe kapılamaz; adaletten sorumlular etki altında karar veremez; akademisyenler bu özelliklerin yanı sıra kurulu düzene yaranmak, bilime aykırı davranmak ve yorumlarına din, ırk, aile, akraba, çıkar unsurlarını katarak fikir beyan edemez, yorum yapamaz. Bu sonuncular, eğer bir fikirde ısrarlı iseler, onu sosyal ve bilimsel gerçekler içerisinde açıklayabilmelidirler. Özür yanlışlıkla, bilmeden, elinde olmadan, kasıtlı bir nedenle yapılan eylemlerin affedilmesine yöneliktir. Bu üç mesleğin özür dileme hakkının olmaması gerekir. Biri cana karar verme, bir diğeri adaletli yerine getirme, üçüncüsü ise model olma ile ayrıcalı bir yer kazanmışlardır. Bir toplumun geçmişte, günümüzde ve gelecekte, sistem ne olursa olsun ödün veremeyeceği üç özellik, bu mesleklerin kendilerine biçilen görevi en iyi şeklide yapmalarını ve özellikle sistemin akarsuyuna göre yalpalamamalarını öngörür.
Son birkaç gün içinde bir takım akademisyen, yaşanan olaylarla ilgili yazılı bir beyanda bulunmuşlardır.
(…) İncili Çavuş’un özrü kabahatinden büyük mizahının 400 yıl sonra tekrar yaşanmasını doğrusu çoğu kimse içine sindiremiyor. Ben okumadan imza attım, yanlışlıkla attım ve benzer ifadelerle imzamı geri alıyorum davranışı, çocuklarımıza örnek olacak insanların davranışı olamaz. Hiçbir akademisyen okumadığı, bilmediği bir şeye imza atamaz; imza attığı şeyi de bilimsel olarak çürütülmedikçe yalayamaz. Eğer bir yere imzanızı atıyorsanız, onuruyla ve suçuyla onu peşin kabulleniyorsunuz demektir. Üniversiteler yalpalayan insanların, akıntıya doğru kürek çekenlerin yeri değildir.
Şu andaki adalet mekanizması böyle bir bildiride suç olduğuna inanıyorsa soruşturmasını açar; cezasını da tarafsız mahkemelerde verir. Ancak talimatla soruşturma açma ve yürüyen soruşturmaların talimatla durdurulması demokratik ve adil bir yönetim biçiminin işleyiş tarzı olamaz…”
*
Oyun içinde oyun
Yine bir akademisyen, Prof. Dr. Tülay Özüerman da meslektaşlarının imza attığı bildiriden yola çıkarak yapmış değerlendirmesini. “İş içinde iş var” diyor özetlemek gerekirse:
“…Anlaşılan o ki, anayasa dayatması öncesinde, başkan yapmak istedikleri kişiyi pazarlayabilecek yeni propaganda başlıkları üretirken, “açılım” dedikleri sürecin yönetimini, muhalefete devredecek, ama kontrolü elden bırakmayacaklar!..
Bildiri ne anlama geliyor? Adına genel olarak “açılım” denilen; ve “demokrasi”, “barış” gibi kavramlarla süslenen sürecin getirildiği yeri tanımlamış oluyor. Öyle ki, tırnak içerisindeki “barış”, devleti doğrudan alıp, suçluyor. Devlet kalıcı, iktidarlar geçicidir. Eleştiri iktidar politikalarına yapılabilir, ancak devlet hedef tahtasına konulmuşsa?!… Unutuyoruz; iktidar, toplumda ona destek veren bir kısım yurttaş; devlet ise hepimizi içeren bir kavram… İmzacılar arasında, AKP’nin “akil” adamları da var. Onlardan biri; “ulus devlet bizim başımızda Allah’ın belasıdır, Türk üst kimliği bölücüdür” diyordu… Devleti başımızın belası görenler, iktidara destek verdikleri derecede makbuldüler… Sürece açıkça destek verenler baş tacı edilmedi mi? Başka kritik bir soru: “Yeniden baş tacı ne zaman edilecekler?!..”
Kolaylıkla yönetilecek hale getirilmiş duygularımız yerine, aklımızla düşünürsek; imzacıların yazdıkları, bugüne kadar izlenen politikaların sonucudur…
Bildiri bahane edilerek, yeni bir sürece giriyoruz. Bildiride imzası olanların bir kısmını geleceğin aktörleri arasında görebileceğiz…
Öyle bir süreç ki bu… Kendi kahramanınızı çıkaramadığınız, elinize, “al bu senin kahramanın” denilerek tutuşturulanlarla oyalandığımız… Bir süre sonra yaratılan bu kahramanın gerçek işlevinin sürece hizmet etmek olduğunu anlayıp, umutsuzluğa kapıldığımız,…. öyle bir kısır döngü ki!…
Umarım yanılıyorumdur; “açılım” cephesinde yeni kahramanlar (imzacılar adı altında) mağdur edilerek yaratılırken, üniversite de kendi içinden eritilen kurumlar arasında yer bulacak… Bir taşla iki kuş. Asıl hedef bu imzacılar değil.
… (Onların söylemleri TV ‘lerde ve Meclis’in içindekilerle her gün “tartışma” adı altında beynimize akıtılıyor…) Üniversiteleri iktidar uydusu yapmak, korku iklimini üniversitede daha fazla solunur hale getirmek…. için önemli bir adım… Hepimizi susturmanın ilk hamlesi. ..
Tüm kurumlarda oyun hep aynı… Böl, karşıtlaştır, birbirine düşürerek tarafında olmayanları tasfiye et.
(…)
İmzacıların isimlerini not ediniz; gelecekte kimlerin nerelere yerleştirilecekleri, hangi TV’lerde, hangi röportajlarda neler söyleyeceklerini izleyiniz…”
*
İyi uykular Türkiye
Ankara’dan Harun Kılıç, “İyi Uykular Türkiye” diyor;
“Çünkü sen uyumaya devam ettikçe ülkemiz adım adım bölünmeye gidecek, vatan evlatları gözü yaşlı yakınlarını geride bırakarak birer birer kara toprağa girecek… Malum birileri ise; gemilerine gemi, villalarına villa, arabalarına araba, ayakkabı kutucuklarına ayakkabı kutucukları ilave edecek…”
yeniçağ