Hepimiz yargılarımızı biraz değiştirebilirsek toplumsal hayatı kolaylaştırabiliriz, Montaigne’nin diliyle kendimizi harap ve kurban etmeden başkasının ızdırabına ortak olabilirsek, işte o zaman müşterek bir hayatımız olur. Ben senin örgüte gelip senin Stalinist kurmay heyetinin kararıyla can vereceksem buradan bir hayat, arkadaşlık ve erdem çıkmaz.
Devletin vahşetine oldum olası sert vicdani tepkiler gösteren solcu gençler artık yukarıda özetlenen düşünceye çoktan geldi, vicdansız ve tepkisiz olduklarından değil, PKK’nın propagandalarından artık gına getirdiler ve artık PKK propagandalarına balıklama dalmıyorlar. Yoksa kimsenin ‘çocuk ölümlerine sessiz’ kaldığı yok. Ve asıl can alıcı sonuç: batıdaki kürtler’in de yukarıda özetlenen bu düşünceye çoktan gelmiş olmaları.
ÖRGÜTÜ YA DA DEVLETİ TUTANLAR ‘HERKES’İ KABUL ETMEDİ
Başlayalım.
‘Örgütle mutlu olanlar’ ‘iktidarla mutlu olanlar’ birbiriyle savaşıyor, son günlerde de bizden de bu işe el uzatmamızı, bu iki yapının barışması için gayret göstermemizi istiyorlar.
Geçimini, şöhretini, çevresini, imkanlarını örgüt ya da iktidar sayesinde yapmamış benim gibi insanlara dahi ‘iş’ düşüyormuş, vicdanımız yokmuşmuş.
Örgütle ya da devletle iş tutanların makam para dertleri hiç olmadı, vekil oldular, evleri arabaları oldu, hiçbir yerden de kovulmadılar her akşam ekranlarda dört köşe oldular, demek ki‘parayla’ saadet gelmemiş.
Parayla makamla örgütle saadet değil çatışma savaş gelince vicdani bir çağrı yapılmaya başlandı, ama tutmadı, HDP çocuklar ölüyor diye ortalığı ayağa kaldırmak şehir savaşına hendek atlatmak istiyor, ama akşam yedide meclis tv kapalı olunca ve CNN yönetimi değişince, kampanyası tutmadı.
Bir yazarın ülkesine ve insanlığa yapacağı katkı ilk gününden beri silaha hiç sarılmamak ve hukuk’u herkes için istemektir.
Örgütü ya da devleti tutanlar ‘herkes’i kabul etmedi.
Biz ‘herkes’ değiliz bizim bir kimliğimiz var, dediler.
Biz de ne Sünnilik ne Kürt kimliği, ‘hukuk’ dedik.
Hukuk karşısında herkesten biri olmayanlar sonunda iç savaşa gider, dedik.
Anketlerde insanlara önce ne isterseniz para mı sağlık mı diye sorulduğunda ezici çoğunluk ‘para’ diyor, makul bir çoğunluk ise ‘sağlık’ diye cevaplıyor.
Bir yazar olarak başından beri ‘fikir sağlığını’ tercih ettik bu yüzden hukuk dedik. Ama çoğu arkadaş ‘paradan imkandan’ yana tavır koydu, sonunda gördük ki para imkan vekillik mutluluk getirmemiş.
Para makam şöhret ekran vekillik insanın ‘güç, zor‘ dediği şeyleri o kadar kolay çözer ki hızla bu ‘kolaylığa’ alışırsınız.
Beş-on liberal ayarlanıp üç-beş TV kanalında tekrar ve telkin ve baskı dayatma inşa edip imkansız siyasi meseleleri çözeceklerine inanmışlar.
Parayla imkanla şöhretle ayartılan insanların ekran dayatması ve telkinleriyle hakikat gerçekleşmez halk hiç inanmaz.
Barış, çözüm, İmralı, Oslo, otuz yıldır ne çok mutlu ne çok saadet içinde yıllar yaşadık, sonuç: iç savaş.
BU ACIMASIZ İÇ SAVAŞ ONLAR İÇİN BİR ‘ATARİ’ OYUNU
İktidar ve örgüt seçimlere huzur içinde gitmek için birbirlerini görmezden geldiler, Oslo’ya gittiler kosterlere bindiler, onlarca yıl manşetlerde ‘ilk haber’ oldular, her gecenin tartışma programlarında boy gösterdiler, ne işsizlik ne ekonomi ne sendika ne soygun ne yağmalanan coğrafyamızı konuşabildik.
Tekrar ediyorum, bir yazar, devlet tarafından ya da örgüt tarafından değil ‘hukuk’tan bakmalıydı, hukuk’tan bakmayanlar an itibariyle halkın vicdanından çoktan düştüler.
Çünkü iktidar ya da örgüt tarafından bakanlar dogmatik ideolojilerine ‘sabitlenmişlerdi’, sabitlenmiş fikirlerini hala zırnık değiştirmiyorlar.
Bundan şu sonuç çıkar, hem iktidar hem örgüt sabitlendikleri yerden çok mutlular, çünkü vekillikleri maaşları yerinde keyifleri gıcır.
Bu acımasız iç savaş onlar için bir ‘atari’ oyunu. Atari oyununda birbirlerine sanal bombalar atıyorlar, tuzakları aşıyorlar ama maalesef çocuklar da ölüyor.
Bugüne değin o çocukların eğitimini hayallerini yoksulluğunu çaresizliğini bir kez olsun yazmamış yazarlar, şimdi o çocukların ölümüne neden sessiz kalındığını vicdani suçlamalarla yazıyorlar.
İçimizde çocuk ölümlerinden tad alan birileri mi var?
Kimdir onlar!
Şimdi örgütü kutsayan bir yazar çıkıp vahşi bir şehvetle bizi çocuk ölümlerine duyarsız kalmakla suçluyorsa bu ne anlama gelir?
Çocuk ölümlerinden kendisi mi haz duyuyor yoksa bu ölümlerden biz mi ‘haz’ duyuyoruz.
Çocukluğumuz Türkiyesinden çokça şahit olduk ki dilenci mafyası bebekleri kaçırıp ağzını burnunu makasla kesip sonra dilendirmek için kaldırıma koyar, biz de önünden geçerken vicdanımız parçalanıp para veririz.
Bu mudur?
BU FOTOĞRAFLARI PROPAGANDA MALZEMESİ YAPANLAR KENDİLERİNE DEMOKRAT LİBERAL DİYEN YAZARLAR
Oysa bir yazara düşen o çocuğu o dilenci mafyasından kurtarması için ‘hukuk’u devreye sokmasıdır.
Bu çocuklar öldürülmeyip bilgisayar oynayabilseydiler örgütün yazarı daha mı çok mutlu olacaktı.
Yoksa ellerine taş alıp panzer kovaladıklarında mı daha çok mutlu oluyor.
Tam tersine bu çocuklar oyunla topla okulla hayatlarının olağan tekamülüyle büyümemeleri için o örgütün yazarları çok çalıştı, aksine bu çocukların sert bir travma sahibi olup bu travmalarıyla boylarından büyük tüfekleri sırtlarına verip dağa çıkartıp mutlu olan sevinçli yazılar yazmadılar mı?
On yaşında sokak çatışmalarında gaz yiyen bu çocukların gazetedeki fotoğraflarına bakıp bu çocuklarla ‘gurur duyan’ sevinç gözyaşları döken örgüte kiralık yazarların, on yaşında gerillalaştırılmış bu çocuklarla övündüklerine şahit olmayan kaldı mı?
O çocukların okul bahçesinde mutlu oyunlar oynadığı görüntüleri aynı örgüte kiralık kalemlerin gazetelerinde bir kez olsun ‘gösterilmedi; aksine o çocuklar hep ‘çatışma’ görüntüleri içinde ‘sevilip okşandı.’.
Bu fotoğrafları propaganda malzemesi yapanlar aklı başında kendilerine demokrat liberal diyen yazarlardır.
Yine de bunu yapanlara hain vahşi manyak insanlar demeyelim, ama, bu delilikleri sabitlenmiş fikirleri uğruna on yıllarca bu çatışma fotoğraflarıyla beslenen bu mutsuz yazarlara, nedenmutsuzlar, diye merak edelim.
Mutsuz insanları liberal demokrat kisvesiyle manşetlere ekranlara oturtursan olacağı budur.
Bu çatışan gaz yiyen çocukların haber ve resimleriyle mutluluktan şarap içişlerine benim gibi tanık olmamış biri kaldı mı aranızda.
Çocukların çatışma görüntülerinden mutlu olan bu insanların dünlerine iyi bakın, travmatik şiddetli bir geçmiş yaşadıkları aşikar.
Ve bir sanatkar yeteneği olarak yazarlıklarına iyi bakın, neden hepsi ‘yetersiz’…
Yetersizler çünkü düşüncelerini beyinleri değil travmatik geçmişleri belirler…
Buda’nın lafıdır: ne düşünüyorsak oyuz.
Travmatik hayatlar düşüncelerini bu travmadan kurtaramaz ve hayata dünyaya bu travmanın öncelediği sabit fikirlerle bakarlar.
Sonunda işte: Çocuk Ölümlerini Bir Savaş Kazanımı Haline Getirmek için, yazıp-çizmeye başladılar.
Patoloji bu kadar feci ve derindir.
AH Kİ AH, KIYAMET İŞTE BU
Bir yazar gelmekte olan bir felaketi, bir yazar-düşünür ise önceden sezer.
Gelmekte olan felaketi önleyecek gücü de olmayabilir…
Ama şunu pekala yapabilir: bu felaketi hazırlayan tarafların duygu ve heyecanlarının (propagandalarının) kurbanı olmamak için tetikte dikkat kesilir, avare kasnak gibi bu felaketi hazırlayanların ekranında ideolojisinde örgütünde Amasya bardağı gibi dizilip kamera kendine döndükçe sırıtıp poz verip asla yer almaz.
Kendini insanlığını beynini duygularını felaketi hazırlayan tarafların emrine propagandasına teslim etmemek için şahsiyeti adına insanlık uğruna direnir.
Bir yazar olarak bizim de ilk gençlik yıllarımız kör şiddetin altında bir fare gibi kaldı.
Bir daha şiddetin altında kaçacak delik bulamayan bir fare gibi kalmalıyım diye, ölümcül rizikoları olan şahsi tedbirler aldık.
Şöyle, inanmadığımız sevmediğimiz hiçbir örgütün ideolojinin ağanın reisin liderin adamı olmamaya yemin ettik, bu yüzden ambargo yedik bu yüzden (ilk kitabımın yayınladığı) otuz üç yıldan bugüne kovulduk, benim gibi nice yazarlar ne rizikolarla görülmeden yaşayıp öldüler.
Ama makam şöhret vekillik ekran ve maaş için örgütün sabitlenmiş fikirleriyle konuşmayı ‘sanat’ ve ‘özgürlük’ edinmiş arkadaşlar, bugün çocuk ölümlerini lotodan çıkan piyango sevinciyle karşılıyor. Çünkü, bu çocuk ölümlerinin toplumda açacağı vicdani yarayla, PKK savaşında kazançlı yeni bir cephe açabiliriz umudu taşıyorlar, ah ki ah, kıyamet işte bu.
ÜLKENİN BATISI DEYİP SESSİZLİKLE SUÇLANAN İNSANLARIN BİR YARISI BU ACI KALLEŞ TECRÜBELERİ NE ÇOK YAŞADI
Kardeşlerim.
İnsanın mutluluk eğrileri 50 yaşına doğru düşer, sonra yeniden toparlanıp hayatın en üst zirvesine çıkar.
Sebebi, elli yaşına doğru boş hayaller ideolojiler illüzyonlar nihayet sona erer.
Elli yaşına doğru artık kendiyle örgütüyle hayallerle kendini kurban eden esir alan ideolojisiyle hesaplaşır yüzleşir, çoğunlukla ağır bir depresyona girer ve nihayet ‘mutluluk’ tarifini yeniden yapar.
İnsan ellisinden sonra yaşanmış elli yılı gözden geçirir, tecrübeyle hayatına artık yeni bir taş koyar, ama bu koyduğu taş, iktidarın ya da örgütün değil, nihayet kendi zihni telaşıyla kendi eliyle koyduğu taş’tır, o taş kendine hediye ettiği tek taş yüzüğüdür, baktıkça içinden ışıklar görür, baktıkça ihtiyarlayan yüzünü aydınlatır gençleştirir.
17 yaşından beri fikrini hiç değiştirmemekle övünenlerin fikrini, hayat 50’sinde söndürür.
17 yaşından beri fikri hiç değişmeden kalanlar, hala savaşı çatışmayı çocuk ölümlerini ‘atari’ gibi oynamayı sürdürür.
Atari oyunundaki dost düşman tuzak bomba tanımları bir ömür aynı yerinde kalır.
Aristoteles’in lafıdır, arkadaşlık iki bedende barınan tek ruhtur.
Arkadaşlarının bir yarısını örgüte bir yarısını iktidara kaptırmış bir yazar kardeşiniz olarak okuyun bu satırlarımı.
Onlarla aramızda büyük ideolojik kopuşlar yaşadık, ancak, sonra kendime, yurttaşlık, hukuk dediğimiz şey, her bedende barınan tek ruh’tur, o kadar da ‘kopuk’ değiliz, deyip hafiflettim acımı.
Onlarla müşterek spor dahi yapamadık, müşterek sanat dahi yapamadık, onlarla müşterek akademide olsun dergilerde olsun bir daha yan yana gelemedik…
Ama şimdi bu arkadaşlar bizden yeniden vicdani bir müştereklik istiyor, çocuk ölümlerine sessiz kalmamalıyım ve onların hayatta kalan tek ‘müşterekleri’: müşterek savaşlarına çocuk ölümlerine karşı durup dahil olmalıymışız, meclis TV’de dün akşam CHP’lisinden HDP’lisine bas bas bağırdılar, ey batıdakiler, ey…
İdeolojinin ve iktidarın o kadar kumpasına geldik ve sivil denilen ideolojik merkezler bizi o kadar çıkışsız yerlere kurşun asker gibi sürdü ki, yüz tane roman olur, artık yazar olarak adım ‘hukuk’ dışında hiç bir müştereklik içinde bir daha olmayacak deyip, çoktan kesip attım.
Ve ülkenin batısı deyip sessizlikle suçlanan insanların bir yarısı bu acı kalleş tecrübeleri ne çok yaşadı, buna rağmen, batıdakiler ülkenin doğusuna bir karasevdayla aşkla bağlı olduklarına inanıyorum, hatta kıskançlık dolu bir aşk.
Aşklarının gidip zengin Amerikalı bir sevgili bulmalarının da batıdakilerin çok ağırlarına gittiklerine inanıyorum.
Neredesin aşkım, Obama’ylayım aşkım, neredesin aşkım, Putinleyim aşkım, neredesin aşkım İsrailleyim aşkım.
Hala boş bir umut, bu Amerikalı aşkın kalıcı olmadığına inanıyor ve sabırla bekliyorlar.
ŞİMDİ ÇOCUK ÖLÜMLERİNİ PKK MALZEMESİ OLARAK CHP KULLANMAYA BAŞLADI
Gençler bilmez, GAP’tan önce bu ülkede emekli olan her memur emekli olduğunda kendine bir ev alabiliyordu. Ancak bütçe otuz yıl ağırlıklı olarak GAP’a tahsis edildi ve kimse bundan şikayet etmedi ve ama emekli tazminatları sıfıra düştü. Ve yanında doğudaki çatışma dolayısıyla harcanan üçyüzmilyar dolarlık silah ekonomik teşvikler…Ve doğuya gönderdikleri yüzlerce genç kadın öğretmenin öldürülmesi…
Ülkenin batısından daha hangi duyarlılık hangi vicdan hangi cömertlik bekleniyor…
Şüphesiz mutsuz bir ülkede hiçbirimiz mutlu olamayız.
Peki bu mutluluk bize PKK’nın kan savaş stalinist borsasına yatırım yapan yazarlarla mı gelecek?
PKK’nın ızdırabıyla ızdırap duymakla doğudaki insanımızın ızdırabı aynı ızdırap mıdır?
Bir uyuşturucu ve finans ve savaş imparatorluğunun propagandasıylabir yazarın ne işi olabilir?
Bu uyuşturucu ve savaş imparatorlarını mutlu kılmak için çocuk ölümlerini propaganda savaşının bir tarafında (dün akşam mecliste CHP’li kadın sözcü gibi) kullanıp malzeme olmak bize yakışır mı?
Bir mutluluk çıkartacaksak, uyuşturucu ve savaş imparatorluğunun ve yalan dolan hukuksuz iktidardan kesintisiz yanında olmayı redettiğimiz için, bu kahpe savaş ortasında ‘hukuk’tan eşitlik ve bölüşüm fikrinden asla ayrılmadığımız için mutluluk duymalıyız.
Örgüte ya da iktidara bağlanan yazarlar hep ‘kayırılan torpilli’ yazarlar oldular, öyle kayırıldılar ki örgütte yer bulamayanlar AKP’den vekil oldu,orda olamayanlar CHP’den vekil oldu, ve hepsi ‘evliya’ gibi hürmet görmeye başladı.
Ve hepsi öyle bir ölümsüz bir dokunulmazlık içinde sereserpe vanaları açılıp kusar gibi konuşturuldu ki: cumhuriyete hukuk ve yurttaşlığa savaş naraları attılar.
Bir tarafın lideri Selahattin Eyyübi diğer yanda PKK efsaneler ötesi Gılgamış Destanı gibi sabahtan akşama kadar zılgıtlarla göklere çıkartılıp halaylarla meydanlarda övüldü.
Biz yurttaşız, yurttaşın mutluluğu şehrin mutluluğudur. Şehir mutsuzsa yurttaşlar da mutsuzdur.
Özgürlük eşitlik kardeşlik şehrin ideali ve cumhuriyetin ruhudur.
Bireyci tüketici vahşi kapitalist kültürün aç ve kullanışlı fareleri liberallerin yalanlarına kumpaslarına yeterince doyduk, yeterince harap ve rezil olduk.
Gerçekten ‘yazar’ olanlar zaten ‘sorumluluk hastalığı’ndan müzdarip depresyonlardan kurtulamadığı için yazardır.
Yaşadığımız topraklarda birilerine ‘silah’ çekmek benim anlama yetim (müdrikimin) dışındadır.
Bir yazar olarak bir Budist gibi içimdeki kini öldürdüğümde bütün düşmanların öleceğine hala safça inanıyorum.
Bu dün cemaate sonra PKK’ya sonra iktidara malzeme olan liberalleri tanıdıkça hayvanlardan fazla olan yanımızın akıl değil, ‘kibir’ olduğuna inancım kesinleşmiştir.
Şimdi o kutsal camilerin yakılması dünya güzeli şehirlerin harap olması ve on yaşında çocukların ölmesiyle bu ‘kibrin’ aynı yumurta ikizi olduğuna inancım tamdır.
‘Analar ağlamasından’ başladık ‘güvenlik politikalarıyla asla olmaz’la devam ettik ve dünyanın ülkenin en güzel kasaba ve şehirlerinin iç savaş harabe görüntülerine kadarişte bu kudurtulmuş dizginlenemez ‘kibir’le geldik.
Yetersizliğini kibirle örten bu yazarlar köşelerinde yazdıkça bu felaketlerin şehirden şehre salgınlaşması devam edecektir.
Bu bir kibir felaketidir, bu kibri ayaklandıran iktidar ve örgüt bu kibri dibine kadar kullandı, bu kibri maaşladı, bu kibri övdü, bu kibri ekranlara sürdü, bu kibri bir dönem AKP bir dönem şimdi CHP kullanıyor.
Sonunda, daha nereye kadar derinleşecek sorusuna bu kibrin vereceği cevap kalmadı ve şimdi çocuk ölümlerini PKK malzemesi olarak CHP kullanmaya başladı.
Hatırlayın, Ali Bayramoğlu Hrant Dink’in en yakın arkadaşıydı. Hrant öldürüldüğünde ünlü cemaat savcısı Ali Fuat Yılmazer Ali Bayramoğlu’na bir Ergenekon şeması verir.
Ergenekon şemaları bilirsiniz çok meşhurdur kutu içinde kutular yanında kutular.
Kutuların içinde suçsuz günahsız masum gazetecilerin rektörlerin siyasilerin yazarların isimleri doludur.
Ekranlara çıkıp kutuları açtı kutuları söyletti kutuları gidip Hrant’ın avukatlarına ailesine belletti, tam yedi sene…
Kutuların içi boş, kutuların içi düzmece ve kumpas çıktı.
Bu kutularla hem kamuoyunu yanılttılar hem mahkemeleri hukuk’u manipüle ettiler.
İşte Yeni Şafak’ta hala sallıyor, çıkıp özür mü diledi, çıkıp nedamet mi getirdi, hayır.
Yedi yılda yüzlerce insanın hayatıyla oynadı dünyasını kararttı, peki yedi yılda kendisinin maaşı mı kesildi, yedi yılda, sen mahkemeleri yanılttın, mazlum mağdur insanların gözyaşlarını şahsi kinin yüzünden kirlettin, diyen mi oldu.
Şehirlerimizi camilerimizi çocuklarımızı yakıp yıkan öldüren bu iç savaşı buraya kadar ballayıp yağlayıp kudurtup gaz verip getirenler, işte onlarcası, hala yazıyor, hala maaşlarını alıyor, hala kimsecikler hesap sormuyor, şu çocuk ölümlerinin hesabını gidin önce bu yetersizlikleri maaşlanmış bu çağın canileri bu yaratıklardan sorun.
Bu insanların lafları ve gazlarıyla ideoloji davulları savaş tamtamları çalanların ne arkadaşları kaldı ne ülkeleri kaldı ne sevinçleri kaldı ne üstünde hukuktan erdemden söz edecekleri vicdanları kaldı.
Bir avuç idealist yazar ve Yüce tanrı, işte gördünüz, bu kibir sahiplerinin tapınaklarını yerle yeksan etti.
Nihat Genç
Odatv.com