Yılbaşı akşamı İstanbul’un orta yerinde çok acı bir katliam yaşandı. Ünlü eğlence kulübü Reina, akıllara durgunluk verici bir şekilde basıldı, onlarca kişi katledildi, hâlâ hastanede ayağa kalkma mücadelesi verenler var.
Saldırının yaşandığı günden bu yana olay tüm detaylarıyla araştırılıyor… Çünkü akılları kurcalayan ciddi soru işaretleri oldu. “Saldırgan nasıl tek başına geldi, elini kolunu sallayarak nereye kaçabildi…” ve daha onlarca soru…
Ana akım medya organları da saldırıyı ana haber bültenlerinde polisiye film tadında verdiler: “Nerede saklandı, nereden geldi, silahı hangi eliyle kullandı, içeride kılık değiştirdi mi, otoparkçılar dövecekti son anda kurtuldu, oğlunu yanına aldı, yurt dışına kaçtı…”
Siyasilerin de gündeminden hiç düşmedi…
Saldırgan yakalandıktan sonra ilk gelen açıklamalar, “Şimdi asıl soru, bu işi yaptıranlar kimlerdir, talimat kimler tarafından nasıl verilmiştir, bunların tespiti yapılacak” şeklinde oldu. Kısacası eylemin arka planının araştırılacağı, sürecin takip edileceği ısrarla vurgulanıyor. Bu sayede IŞİD karşıtı mesajlar ve girişimler için güzel bir kamuoyu oluşturuldu. Verilen mesajlar da son derece yerindeydi…
Ancak aynı kamuoyu baskısı Beşiktaş ve Kayseri’de askerlerimizi, polislerimizi ve vatandaşlarımızı hedef alan bombalı saldırılar sonrasında oluşturulmadı.
Daha net ifadelerle konuşmak gerekirse;
O bombalı araçların oraya nasıl gelebildiği,
Bombaların nereden ve nasıl temin edildiği,
Teröristlerin nasıl eğitim aldıkları,
Teröristlerin eğitildikleri, yetiştirildikleri kamplar ve Türkiye’ye giriş noktaları,
Saldırıyı yapanların kimlik bilgileri, eylem talimatının nereden verildiği gibi hayati sorular tam olarak yanıtlanamadı…
Kınama mesajlarından sonra saldırılar siyasilerin de gündeminden çıktı.
Oysa aynı kamuoyu baskısı ve kararlılığın Beşiktaş ve Kayseri saldırılarından sonra yapılması gerekiyordu.
Yapılmalıydı ki; bu işin sorumluları, gözden kaçıranları, bu hainliğe zemin hazırlayanları hesap verilebilmeliydi. İhmali olanlar, iş birlikçiler ortaya çıkarılmalıydı… Ama nedense yapılmadı.
Beşiktaş ve Kayseri saldırılarının kıyıda, köşede kısık seslerle ifade edilen en önemli detayı bombacıların Ayn-el Arab (Kobani)’den gelmiş olmalarıydı…
Peki bu detay neden önemli?
Çözüm sürecinde Kobani’de PYD’ye verilen destekler, Salih Müslim’e sunulan imkanlar devlet başkanlarına sunulmadı.
PKK orada kamp kurdu, yerleşik hayata geçti, bırakın tepki göstermeyi “çözüm süreci” kapsamında bunların hepsi yandaşlar tarafından desteklendi.
Bölgeye “Kuzey Suriye” denilmeye başlandı. Yetmedi PKK’lılara destek veren peşmergeler Türkiye toprakları üzerinden ellerinde sözde Kürdistan bayraklarıyla ihanet geçişleri yaparak, Kobani’ye yardım götürdüler.
Hatta orada yaralanan peşmergeler hâlâ Ankara’da tedavi ediliyor!
Daha düne kadar desteklenen bir bölgeden onlarca canlı bomba, terörist, ülkemizin büyükşehirlerine kadar girdi. Hâlâ da sızmaya çalışıyorlar.
Beşiktaş ve Kayseri saldırılarının üstüne gidildikçe, olayların arka planında çözüm sürecindeki politikalardan doğan, açıklar, gedikler ve zafiyetlerin gün yüzüne çıkmasından mı korkuluyor?
İnsan düşünmeden edemiyor.
Bu ülkenin evlatları olarak canımız çok mu kıymetsiz, çok mu kolay ölüyoruz yoksa!