Bu yıl 23’üncüsü yapılan Uluslararası Adana Film Festivali’nin beşinci günü…
Tahtaya mı vursak bilemedim; bu tür organizasyonların geleneksel(!) kırgınlıkları yok, sitemleri yok, salon terk eden yok, protesto eden yok, müzmin memnuniyetsiz “şov”ları yok, emeğe insafsızlık yok…
***
Bu safi huzur ikliminin inşa edilebilmiş olması şüphesiz her şeyden önce ve çok “zemin”in sağlam olmasıyla alakalı;
Çukurova coğrafyasının eşsiz hüneri -zannediyorum ki- birbirine taban tabana zıt gibi görünen fikirleri, duruşları, ülküleri, mücadeleleri aynı toprakta yetiştirip, kimi acı, kimi tatlı, kimi ekşi velakin aynı derecede “lezzetli” kılabilmesi.
Zira, böylesine sağlam bir zemin bile ziyan olabilirdi “çürük” temelle.
İşte bu noktada da, binanın hangi “üslup”ta yükseleceğinin belirleyicisi, ilk günden bugüne etkinliklerde sahne alan, konuşma yapan, bir şekilde mikrofonla buluşan sanatçıların da hakkını teslim ettiği üzere, Adana’nın MHP’li Belediye Başkanı Hüseyin Sözlü’nün “öteki”siz yönetim ve davranış biçimi.
Ve elbette mimarlar;
Başta Altın Koza Yönetim Kurulu Başkanı Halil Avşar, Başkan Vekili Ömer Güner Sazak, Rahmi Pekar, İsmail Dikilitaş gibi elini taşın altına koymakta tereddüt etmeyen Yönetim Kurulu üyeleri, Genel Müdür Candan Yaygın olmak üzere konukların ulaşımını sağlayan şoförlerden, festivalin şehrin her noktasında hissedilmesini sağlayan standlarda duran, broşürleri dağıtan, rehberlik yapan üniversiteli gençlere kadar bütün Adana aslında…
Hem teşekkür etmeli, hem de destek vermeli sanatı ayrıştırma değil de bütünleşme, bütünleştirme köprüsü yapanlara…
*********
Engelsiz sinema
——
Geçtiğimiz yıl, önemli bir kısmı Adana’dan kalkan şehit cenazelerinin acısını paylaşabilmek üzere, bu yıl da 15 Temmuz gecesi TBMM’nin bombalanmasına varan ihanetin kalıntıları temizlenirken oluşabilecek herhangi bir güvenlik tehdidine karşı açık hava şenlikleri iptal edildi ama “sinema” ayağı uluslararası alanda itibarını yükselterek devam ediyor Adana Film Festivali’nin.
Altın Koza Yönetim Kurulu Başkanı Halil Avşar sonuçtan gururlu. Festivalin “yüz akı” saydığı iki özel başlık var.
İlki “Engelsiz Sinema”.
Uluslararası Adana Film Festivali’ne “Engelsiz Festival” unvanını kazandıran bu duyarlılık sayesinde engelliler, sesli betimlemeler yahut işaret dili gibi engellerini ortadan kaldıran tekniklerle gösterilen filmler izleyerek dahil olabiliyorlar sinema keyfine.
Festivalin “mütevazı” olmadığı diğer başlık “Öğrenci Filmleri”ne desteği. Festivale öğrencilik yıllarında çektiği filmlerle katılmaya başlayıp sonrasında uzun metraj dalında Altın Koza’ya uzanan çok sayıda yönetmen var. Avşar’ın anlattığına göre, bu yönüyle festival Türk sinemasına katkısını bir “okul”/”ekol” olarak da sürdürme iddiasında.
++++++++
Dik dur, eğilme…
—–
Bir siyasi tribün klişesine dönüştüğüne aldanmayın…
Bu coğrafyada -Çukurova değil sadece, Anadolu’da, Trakya’da, Misak-ı Milli sınırlarının işgale, ihanete, tecavüze, haksızlığa, hukuksuzluğa, zorbalığa, müstemleke kafasına direnen/direnmiş her bir karışında- “saygın”lığın formülü bu aslında;
“Dik” duracaksın.
Eğmeyeceksin boynunu senin, benim, onun hiç fark etmez; “zalim”e.
Tıpkı Hüseyin Sözlü’nün festivalin açılışındaki “omurga” çıkışı gibi gazeteci Nebil Özgentürk’ün “Yaşar Kemal; Çukurova’dan dünyaya açılan pencere” panelindeki “Rakip siyasi partilerden de olsa kendi içinde tutarlılığı olan herkesle anlaşılır. Bu ülke dik duruşlu insan seviyor. Diz çökeni sevmiyor” sözleri de bambaşka dünyaların insanlarını aynı alkış tufanında tam da bu yüzden buluşturabildi işte…
Şahsiyet… Şahsiyet… Yine de şahsiyet…
******
Türkiye’nin tek kadın neyzeni
——
Çok acayip bir kadınla tanıştım Adana’da;
Burcu Karadağ.
Türkiye’nin tek kadın neyzeni. Ney üfleyen çok da bunu konserlerle taçlandırabilmiş, “hoca”lığına yükselebilmiş tek müzisyeni.
Japonya’dan Fransa’ya, Cezayir’den Hindistan’a dünyanın bir yerinde Türk enstrümanlarını tanıtmak üzere Türkiye’yi temsil etmiş.
50 yıl önce Van’dan İstanbul’a göçmüş bir ailenin çocuğu… Azerbaycan’ı, Kazakistan’ı, Türk Cumhuriyetleri’nin kültür haritasını anlatıyor “dünyaya açılma”nın, notayı, ezgiyi, besteyi bilgisayar teknolojisiyle tek tipleştirilen gürültüye kurban ederek başarılabileceğini sananlara.
Bir kusuru var işte kendisinin; pop söylemeyince, on binlere, yüz binlere seslenilemiyor bu ülkede!