Habur’da kurulan “çadır mahkemesi”nde, “pişman değilim” diyen PKK’lı teröristleri ülkeye buyur eden -üst akla mı alt akla mı uydular bilemem- siyasi iktidardı;
“Oslo’da PKK’yla müzakere eden arkadaş”ı o yolladı.
İmralı’ya “barış heyetleri”ni de öyle.
Cani Öcalan’ı “kahramanlaştıran”, memleketin huzurunun Öcalan’ın affından geçtiğini savunan bir avuç hadsizden müteşekkil “akiller”i o topladı.
Velhasıl o açıldı, karşılığında “süreç ortağı” PKK Cizre’de, Şırnak’ta, Nusaybin’de, Erciş’te, Doğubeyazıt’ta, Reşadiye’de, İskenderun’da, Adana’da, Elazığ’da “Mehmetçiğin canı”nı aldı.
***
İlk andan itibaren İslamiyet’i yorum ve yaşayışlarının sahih olmadığı aşikârken, Gülen Cemaati’nin “Ilımlı İslam” tezini bir “devlet politikası”na dönüştüren siyasi iktidardı;
“Dinlerarası Diyalog” projesinin yürütmesini bizzat üstlendi; herhalde mütarekede bile görülmeyen biçimde “çan” sesleri “ezan”ı bastırdı.
“Işıkevleri”nin “terör hücresi” olduğu uyarısında bulunanları “insan nurdan, aydınlanmadan, ışıktan korkar mı” diyerek o dışladı.
O “hücre”lerden devletin bütün kilit noktalarına yatay-dikey geçiş yollarını o açtı.
En kıymetli araziler, yalılar, köşkler, binalar, makamlar, mevkiler; “ne istedilerse” o verdi.
Velhasıl o “kandırıldı”, karşılığında “muhterem hocaefendinin askerleri” 15 Temmuz gecesi İstanbul’da, Ankara’da “Mehmetçiğin canı”nı aldı.
***
Bölgesel dış politikasını “mezhepçilik” üzerine inşa eden siyasi iktidardı;
“Kardeşim Esad” böyle “Esed”leşti…
Suriye’yi parçalamak üzere üretilen terör grupları bu sayede İstanbul’da beş yıldızlı otellerde toplantılar düzenledi.
Irak’ın “terörist” ilan ettiği Haşimi bu yüzden Türkiye’ye kabul edildi.
Karşılığını Suriye yetmedi, Başika’dan gelen haberlere bakılırsa Irak’ta da “Mehmetçiğin canı”yla ödeyeceğiz gibi…
Can başkasının olunca nasıl da kolay oluyor fedası değil mi!
***
Ucu sana dokunana kadar böyle demiyordun
———-
“FETÖ” soruşturması kapsamında gözaltına alınan ve Temmuz ayından bu yana tutuklu olan Nazlı Ilıcak, Bakırköy Kapalı Kadın Cezaevi’nde kendisiyle görüşen CHP’li heyete “Ben gazeteciyim… Dava arkadaşlarım parlamentoda ben terörist olarak ilan edilmişim, bunu kabul etmiyorum” demiş.
Ben de bunu -bir mazeret olarak- kabul etmiyorum.
2011 yılının Haziran ayında, “FETÖ” diye anılan yapının hedef göstermesi, yönlendirmesi, özel yetkilendirmesiyle kumpasa uğrayan, bir kısmı aynı zamanda gazeteci de olan milletvekillerinin tahliyesi gündeme geldiğinde aynen şöyle yazmıştı Ilıcak:
” (…) “Milletvekili seçildikleri için tutuksuz yargılansın” demek ayrıcalıktır. CHP, Balbay yerine Tuncay Özkan’ı tercih etseydi, ya da MHP Engin Alan yerine, Çetin Doğan’ı aday gösterseydi, bu defa onlar mı serbest kalacaktı? Bu ne keyfilik! Veli Küçük veyahut İbrahim Şahin, bir partinin listesinden milletvekili seçilseydi, bugün “tutuklulukları sona ersin” diyenler çıkacak mıydı?..”
***
Bozuk saat misali…
Bu defa haksız değil
—–
Vurun abalıya olmasın; bize çok yapıldı/yapılıyor lakin bize yakışmaz. En önemli umdelerinden biri de “hak”tır, “hukuk”tur, “adalet”tir çünkü Türk Milliyetçiliği’nin…
Bütün o “Gözüm 15 Temmuz’da açıldı”lar… “Nasıl bir yapı olduklarını bilmiyordum”lar filan hikaye; Nazlı Ilıcak bile isteye, şehvetle, kaleminin suyu aka aka ortak oldu bu ülkenin namuslu, aydın, onurlu, “millî” insanlarının lincine…
Hele bizi, bu gazeteyi, kanlı tezgahlara bulaştırabilmek için ne iftiralar karaladı vaktiyle…
Hani derler ya “yatacak yeri yok” diye…
Benim Ilıcak’a bakışım da o misal işte.
Lakin…
Bozuk saat bile günde iki defa doğruyu gösterir ya…
“Özgür Düşünce gazetesinin terör örgütünün yayını olduğu söyleniyor. Madem o zaman dava açılsaydı, kapatılsaydı. Şu durumda devlet bize tuzak kurmuş oluyor” derken çok haksız sayılmaz Ilıcak da.
Bu millete, Gazi Meclis’e kurşun yağdıranları, Özel Harekâtta 50’den fazla yiğidi gözlerini kırpmadan havaya uçuranları, Cumhurbaşkanı’na suikast planlayan/buna teşebbüs edenleri, hukuku kendilerinden olmayanları yok etmeye dönük bir soykırım silahı olarak kullananları, medyada zulüm tetikçiliği yapan manşetleriyle onlarca insanın hayatına, bir ordunun dağılışına, bir ülkenin bütün kalelerinin çökmesine zemin hazırlayan, yol açan, bunu cilalayıp halka yutturanların velhasıl bugünümüzün sorumlusu olanları ayırıyorum; onlar “tescilli”…
Ve fakat bunlar dışında kalan insanları sırf bir gazetede, bankada, yardım derneğinde vs.’de çalışıyor, onların organizasyonlarına katılıyor diye “terör örgütü üyesi” ilan edebilmeniz için öncesinde bu kurumların “terör örgütü” olduğunu ilan etmiş olmanız gerekmez mi?
***
Başbakan’ın konuşmasını kesip Cumhurbaşkanı’na bağlanan TV kanallarını eleştirenlerin haberi yok galiba; memlekette “fiilî durum” var kardeşim, ne yapsınlar!
Yeniçağ