PKK’nın kurtarılmış bölgeler oluşturmak ve öz yönetim dedikleri özerk bölgeler oluşturmak amacıyla hendek kazmak, barikat kurmak silâh ve mühimmat depolamak, tünel kazmak, patlayıcı düzenekleri yerleştirmek için kullandığı çözüm sürecini “kardeşlik projesi” olarak tanıtarak, camilerde bu yönde vaazlar verdirerek halkı “oyalayan” Diyanet İşleri Başkanı, bu defa da “Medreseler yeniden açılsın” önerisinde bulundu..
Bu arada, söz konusu süreçten dolayı, CHP, olayın siyaset ve bürokrasideki sorumluları hakkında suç duyurusunda bulundu.
“Önce bir savcı bulun, delillendirin” mi demek gerekiyor! Uydurma Ergenekon şeması kendisine gösterildiğinde Abdullah Gül öyle demişti… Gerçi “PKK’ya yardım ve yataklık”ta delillendirmeye gerek yok… Kendileri itiraf ettiler zaten.
***
Yeniçağ’ın medreselerle ilgili haberi beni hiç ama hiç şaşırtmadı. Çünkü şimdiki Diyanet İşleri Başkanı, daha başkan yardımcısı iken 2008 yılının Şubat ayında hadislerle ilgili yaptıkları çalışmaları İngiliz basınına açıklamış ve bu vesileyle The Guardian gazetesi, “Türkiye, İslâm’a 21. yüzyıl yorumu getirmek için çalışıyor. İslâm inancının Batı değerleriyle bağdaştırılması da hedefler arasında. AKP hükümeti ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu çabaların başını çekiyor” gibi ifadeler kullanmıştı!
Biz o zaman, “İslâm, çürümüş Batı değerlerinin nesiyle bağdaştırılacak? Batı değerleri, insanlığa, özellikle Müslümanlara şu anda ne vaat ediyor? Ne vaat ettiğini, Irak’ta, Filistin’de ve Afganistan’da görüyoruz? Böyle bir değerler sistemi ile İslâm nasıl bağdaştırılacak?” diye sormuştuk. AKP iktidarı, henüz Libya ve Suriye’yi Batı’nın değerleriyle bağdaştırma hazırlıkları yapıyordu o sıralarda!
Operasyonun hedefini BBC açıklamıştı:
“Chatham House adlı düşünce kuruluşundan Fadi Hakura’ya göre bu, Hristiyanların Reform Hareketine benzeyen bir girişim!”
***
Doç. Dr. Mehmet Görmez, 2005 yılı Mayıs ayında Diyanet dergisinde, “Hiçbir dinin temel iddiaları bir tarafa bırakılamaz” diyerek, dinler arası diyaloğu savunduktan sonra “Bir arada yaşamanın en büyük risklerinden biri, hâkim gücün farklılıkları aza indirgemesi, hatta tamamen ortadan kaldırmasıdır. Farklılıkları yok etmeyi, onlara şekil vermeyi, onları belli bir forma sokmayı diyalog biçimi olarak görmüyoruz” ifadelerini kullanmıştı! Şimdi de Yeni Anayasa için AKP’yi destekleyen yandaş kuruluş sözcüleri benzer ifadeleri kullanıyor. Asıl rahatsızlık Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka “Türk Milleti” denilmesinden kaynaklanıyor ama dertlerini böyle ifade ediyorlar.
***
Gelelim medreselere…
Bu konuyu geçmişte çok yazdım ama yine gündeme getirmek gerekiyor… Prof. Dr. Erol Güngör, meseleyi şöyle incelemişti:
“16. asır sonlarına kadar Osmanlı-Türk medreselerinde felsefe dersleri ‘ilm-i hikmet’ adıyla okutulmaktaydı. Ders kitapları arasında Fenari, Hocazade, Ali Kuşçu, Mirim Çelebi, İbn-i Kemal, Ali Efendi gibi âlimlerin kitapları vardı.
Ancak, bu asrın sonunda akla dayalı bütün bilimler, bazı şeyhülislamların telkinleriyle kaldırıldı. Bunların yerine zaten mevcut olan fıkıh, usül-i fıkıh dersleri ağırlık kazandı.
Bu arada, II. Beyazıd zamanında padişahın müdahalesiyle medreselerde iltimas başlamıştı.
Müverrih Alî, ‘Müderris vardır ki, ayda bir derse varmaz, nice varsın ki okutacak talebe bulamaz ve bulunsa da kendisi ders vermeye kadir olmaz’ diyordu…
Padişah hocalarının oğulları, yaşları 14-15’e gelince 50 akçe maaşla müderris oluyordu… Kazasker oğulları, kadı oğulları, küçük yaşta müderris, yani profesör oluyordu…”
İşte Osmanlı, böyle uygulamalarla battı. Şimdi de üniversitelerde cemaatle birlikte benzer bir düzen kurdular ama asıl medreselere dönmek istiyorlar. Üstelik devrim kanunları da hâlâ Anayasa’da dururken! Suçtur, suç!
yeniçağ