Son günlerde başlayan tartışmalarda, Erdoğan ve iktidarının ABD’ye sırtını dönüp, Avrasya’ya yöneldiğini, TSK’nın da NATO’ya direndiğini savunanlar var…
Son günlerde başlayan tartışmalarda, Erdoğan ve iktidarının ABD’ye sırtını dönüp, Avrasya’ya yöneldiğini, TSK’nın da NATO’ya direndiğini savunanlar var.
Öncelikle bir yerlere sırtınızı dönmek ve direnmek için alternatiflerinizin olması gerekir, değil mi?
Acaba öyle mi? Bunu görmek için isterseniz kabaca bir bilanço çıkaralım:
Çin’den füze almaya kalktılar. Hem ABD, hem NATO tepki gösterdi.
Dönemin Başbakanı Erdoğan bu tepkilere şöyle karşılık verdi:
“NATO bu konularda bu kadar hassas ise önce şu anda NATO üyesi birçok ülkede hala Rusya’nın silahları var, onların envanterlerinde mevcuttur… 6-7 NATO ülkesinde Rus füzesi var. Bunların isim isim dosyalarımda yerleri var. Ayrıca NATO ile bizim sözleşmemizde, ‘Siz, NATO ülkeleri dışında herhangi bir ülkeden bu tür silah alamazsınız, ortak üretime giremezsiniz’ diye de kesinlikle kısıtlayıcı bir madde yoktur. Bunu da milletimin bilmesi lazım. Kısa bir süre önce Çin ile ortak tatbikat yaptık. Bunların hepsini NATO biliyor. Onlar bu tatbikatla ilgili incelemeleri yakından biliyor.”
Sonuç? Dönemin ABD Dışişleri Sözcüsü Jen Psaki bu konudaki kaygılarını Türkiye’ye “yüksek düzeyde ilettiklerini” belirtip, “Füze savunma sistemi için Çinli firmanın seçilmesinden ciddi kaygılıyız. Bu, NATO sistemi ya da ortak savunma kapasiteleriyle uyumlu çalışabilecek bir sistem değil. Görüşmelerimiz devam edecek. Önümüzdeki günlerde göreceğiz” dedi.
Ve kısa bir süre sonra ne olduğunu “gördük”; Türkiye Çin’le alışverişini bitirdi!..
AB’nin Türkiye’ye “hendek atlattığını, kapıda beklettiğini” nihayet anladıklarında, Şangay Beşlisi’ne yöneldiler. Dönemin Başbakanı Erdoğan bir ziyaretinde, “AB’de ne işiniz var” diye Türkiye’ye takılan Rusya Devlet Başkanı Putin’e şöyle takıldığını söyledi:
“Hadi gelin bizi Şangay Beşlisi’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden geçirelim… Mesajı ben devamlı veriyorum oraya, ‘Başka arayışlara bizi götüreceksiniz’ diyorum.”
O vakitler Erdoğan’ın, “İkisi birbirinin alternatifi mi? Şangay Beşlisi’ne gelin denilse, Türkiye gider mi gerçekten?” sorularına cevabı da, “Şangay Beşlisi daha iyi, çok daha güçlü. Gideceğimizi söyledik. ‘Gelin denilirse, geliriz’ dedik. Pakistan ve Hindistan da istiyor. Onların da talebi var, hep beraber göreceğiz” oldu.
Sonuç? ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, “Açıkçası Türkiye’nin bir NATO üyesi olduğu göz önüne alındığında bu ilginç olur, ne olacağını göreceğiz” şeklinde tek cümlelik uyarıda bulundu.
Ve, bir daha Şangay Beşlisi’nin adını ağzına alan çıkmadı. Rus uçağının düşürülmesinden sonra ise bu ülkeyle ilişkilerimiz tamamen bitti/bitirildi!..
AB için ise hâlâ, “medeniyet projemiz” dediklerine bakmayın.
Erdoğan’ın, “AB bizi unutmak istiyor, ama çekiniyor, unutamıyor. Halbuki bir açıklasa biz rahatlayacağız. Oyalayacağına bizi, açıklasın biz de işimize bakalım. NATO Türkiye’yi halkı Müslüman olan bir ülke olarak zamanında almış. Ama şimdi yeni, halkı Müslüman olan ülkeleri almakta hep bariyer oluşturuyor, almıyorlar. Bu bir zihniyetin nasıl tıkalı olduğunu gösteriyor. AB de ‘NATO’nun düştüğü yanlışa düşmek istemiyorum’ diyor” itirafında bulunmasının üzerinden tam 3.5 yıl geçti.
Sonuç? Artık AKP de, AB de Türkiye’den alacağını aldığı için “mış” gibi yapmaktan vazgeçtiler… Öyle ki, AB, Türkiye’nin üyeliği için 3000’li yılları telaffuz ederek, dalgasını geçmeye, AKP de AB’ye dirsek göstermeye başladı!..
NATO’yla ilişkilere geçersek; Kendi ifadesiyle, “Türkiye’yi alma yanlışlığına düşmüş” NATO için, “Türkiye toprakları aynı zamanda NATO toprağıdır” diyen, hava ve sınır güvenliğimizi NATO’ya devreden, üstüne Karadeniz’in Rusya gölüne dönüşmemesi için NATO’yu göreve çağıran da Erdoğan değil mi?
OBAMA BAŞARDI!
Obama Başkan seçildiğinde, önce Dışişleri Bakan Yardımcılığı, ardından Beyaz Saray Danışmanlığı yapan, sonrasında da ABD “derin devleti” olarak bilinen Dış İlişkiler Konseyi’nde görev alan Philip Gordon “Türkiye’yi Kazanmak” diye bir kitap yazdı.
Kitapta, ileride “Türkiye’yi kim kaybetti?” sorusunu sormamak için “Türkiye’de artan milliyetçilik ve Batı’ya yönelime meydan okumaya başlayan laik kesimle” mücadele edilmesi gerektiği belirtilerek, “Türkiye ve Kürtler arasında ‘büyük pazarlık’ın teşviki”nden, Ermenistan ve Kıbrıs’a dair birçok temel konuda adeta Türkiye’nin ABD-NATO’ya demirlenmesinin yol haritası çizildi.
Geçenlerde Muhammed Ali’nin cenaze töreni için ABD’ye giden Erdoğan dönüş yolunda Obama hakkında, “Ne yazık ki, beklentilerimiz tam olarak gerçekleşmedi… Obama’dan tabii ki çok daha kararlı bir duruş bekledim, bekliyorum” dedi ya, Obama göreve geldiğinde önüne konan yol haritasını, Ermenistan ve Kıbrıs hariç (Daha 6 ayı var. Gitmeden bunları da halledebilir) gayet “kararlı bir duruşla” gerçekleştirdi, Türkiye’yi kıpırdayamaz bir şekilde ABD-NATO’ya bağladı.
Daha açık ifadeyle, Türkiye’yi resmen kafesledi!..
Dün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk kuruluş belgesi olan Amasya Tamimi’nin 97’inci yıldönümüydü.
Tamimde, “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul hükümeti aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir” denilerek, ilk kez “milli egemenlikten” söz ediliyordu.
Milli egemenliğimizin, “Ne istediler de vermedik” diyenler eliyle nereye, nasıl devredildiği ortada!..
Müyesser Yıldız
Odatv.com