Pala değil, satır değil, pompalı tüfek değil, canlı bomba yeleği değil; bir tek “Sayılmayız parmak ile/Tükenmeyiz kırmak ile…” diye dövizler vardı üzerlerinde;
“Her nefeste Cerattepe”
Memleketin taşını, toprağını, havasını, suyunu korumak değilse “vatani görev”;
Ne?
***
Memleketin taşını, toprağını, havasını, suyunu rant işgalinden korumak için çıktıkları yolları kapattı devletin valileri; aman ha, sakın ha ‘varamasınlar’dı mahkeme salonuna…
Anlamıyorum ki;
“Hak aramak” sokağa taşarsa; suç!
Gazeteye taşınırsa; katmerli suç!
“Yargı” doğal mecrası, ama vali yolları kapattı “aradığınız mahkemeye ulaşılamıyor şu anda”!
***
Nihayet bir hukuk adamı “bu işin sonu nereye varacak” diye kaygılandı ve “görevlerini kötüye kullandıkları”, “adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ettikleri” gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu o valiler hakkında.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı işleme koymadı. Eh, elbet bir gerekçesi vardı:
“Valiler görevlerini yapıyorlar”dı.
Bir yerde haklı;
“Valilik” makamı, görev tanımı gereği “hükümet kararlarının, bakanlık talimat/emirlerinin yürütmesini sağlamalı ve bunların gerçekleştirilebilmesine dönük bütün tedbirleri almalı.”
“Bütün” deyince “her yol dahil” varsayılıyorsa…
Mübah yani!
***
Klişe sorudur:
Peki böyle nereye kadar?
Naçizane inancım:
Şairin dediği gibi, “vatan”, birilerinin “çiftlikleri”, “kasaları”, “çek defterleri”, “ödenekleri”, “maaşları” olmaktan çıkana kadar.
En basit tarifiyle;
Beştepe ile Cerattepe aynı derecede “vatan” sayılana kadar…
O gün işte, taşı da, toprağı da, havayı da, suyu da serbest olacak bu ülkede!
***
Özrü kabahatinden büyük
29 Ekim resepsiyonunda “selfie” çektirdiği “1923 Cumhuriyeti’nin kalelerini yıkmaktan sorumlu kumpas medyası elemanları”nın kim olduklarını bilmiyormuş “komutan”;
Rica etmişler, nezaketen kabul etmiş!
***
Kendisi, benim bildiğim iki ayrı kitapta “FETÖ” olduğu iddia edilen yapıya mensup olduğu yazmasına rağmen, emir subayının “FETÖ’cü” olduğundan da bihaberdi; darbe gecesi derdest edilince öğrendi.
7/24 birlikte nefes alıp verdiği “adamını” tanımadıysa, normaldir, ordusunun dağıtılmasından mesul olmalarına rağmen bu zevatı tanımıyor olabilir. İnanırım.
***
“Milli emoji(!)”miz
Bugüne kadar tasarlananlar “bizim için” fazla sevimli, fazla sevgili, fazla öfkeli, fazla neşeli, fazla hasta, fazla mahcuptu; “araf”ta yaşayan insanlarız biz oysa. Daha arada derede, daha flu, daha kaçamak, daha öyleymiş gibi ama böyleymiş ifadelerle maskelenebiliriz…
Dolayısıyla alkışlar, şimdiden “2016’nın en iyi emojisi” ilan edilen “facepalm”a;
“Hayal kırıklığı” ifadesi olarak genelleniyor ama aslında “başkası adına utanç duyma”nın sembolü…
Bu arsızlar, yüzsüzler, pişkinler cennetinde; bunca, değil kızarmak pembeleşme kabiliyeti bile kalmayan manda derisinden hallice suret arasında bize en çok bu düşmüyor mu son zamanlarda; utanmazlar adına utanmak!
Eh, hepimiz evimizin önüne birer Cain heykeli dikemeyeceğimize göre “facepalm”la dışa vuracağız artık haleti ruhiyemizi.
Teklifimdir;
“Millî emoji(!)” ilan edilsin kendileri!
***
Şehit sömürüsünde destan yazdılar
——
15 Temmuz gecesi darbecilerin bütün kurgusunu tersyüz eden “ilk kurşun”u atarak, şehadete tam anlamıyla koşan Ömer Halisdemir’in ailesi “şehidin isim ve resmini izinleri dışında kullanan vakıf, dernek, şirket, STK’lar hakkında yasal işlem başlatacakmış.”
Yetmez…
Hepsinden önce o kahraman vatan evladıyla “hemşehri” olmayı bir imtiyaza dönüştürenlerden başlasınlar!
Niğde’de tanık olmuştuk;
Aracının camına Ömer Halisdemir resmi yapıştıran kendisini “dokunulmaz” sayıyor olmalı ki, her şeyi yapma hakkı varmış gibi pervasızca, “bu yolların kralıyım” havasında, kanun-kural hak getire, terör estiriyordu yollarda…
Bir kutlu emanet ancak bu kadar sömürülebilirdi; sonuna kadar haklı ailesi.
***
GÜNÜN SORUSU
Işık Koşaner haksız mı?
Tarihe ‘ordusu kumpasla tutsak edilen Genelkurmay Başkanı’ olarak geçtiği halde, “Ben o dönem gidenler gibi yapmadım, kaçmadım, elimi taşın altına koydum” diyen eski Genelkurmay Başkanı Özel’e sorulmaz mı:
İyi, güzel kaçmadın da…
Ne yaptın?
yeniçağ