Devlet/Siyasi İktidar/Hükümet/Yerel Yönetimler/Bürokrasi hepsi, insanların hayatını kolaylaştırmak için vardır. Bunu gerçekleştirmek için partiler/insanlar göreve talip olurlar, bu sebepten milletten toplanan vergilerden oluşan kamu kaynaklarını kullanırlar.
Modern demokrasilerde bu kurum ve kişilerden istenen, her şeyi onların yapması değildir.
İstenen; Şartları iyi düzenlenmiş, evrensel hukuk ve piyasa gerçeklerinin geçerli ve güvence altına alındığı insan hakları-iş-çalışma-eğitim-bilim-sanayi-tarım vs ortamlarını özgürlük içinde tutup, yatırımcı ve müteşebbislere destek olmalarıdır.
Selçuk Şirin şu örneği veriyor;
Ülker, Harvard’daki bir araştırma laboratuvarına 24 Milyon Dolar bağış yaptı. (neyse ki araştırmayı yürüten birimin başında Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil var)
Peki, Ülker neden Türkiye’de bir üniversiteden bu bağışı esirgedi de Harvard’a verdi?
Nedeni, tek kelime ile söylemek gerekirse “İTİBAR” dır. Dünyada, üniversiteler itibar merkezleri olarak kabul edilir.
Üniversitelerin itibarları; Özgürlükleri, Akademik yayınları, Patent başvuruları, araştırma desteği gibi unsurlar dikkate alınarak çok ciddi incelemelerle ölçülür.
Harvard bu ölçümlemede, dünyanın en itibarlı üniversitelerinden biri olduğu için bağışçılar kapısında sıraya girmiş durumdadır.
Rektörleri, yeteneklerine bilgilerine göre değil de, iktidarın emrinde olmayı baştan kabul edenlerin içinden seçerseniz, üniversite özerkliğini paspas yaparsanız, dünyanın saygın üniversitelerinden ODTÜ’ye tankla-topla gireceğiz derseniz, kimse dönüp sizin üniversitelerinize bakmaz bile…
Bu ilkel şartlarda bile, dünyanın ilk 500 üniversitesi arasına dört üniversiteniz girebiliyorsa, Türkiye’de çok kıymetli akademisyenleriniz var demektir. Bunlara idari-ekonomik-bilimsel özgürlükler verilse ve devlet tarafından desteklense, üniversitelerimizin eğitim kaliteleri yükselecek ve bu kalite artışı
hem siyasete hem de iş hayatımıza yansıyacaktır. Böylelikle çok önemli konularda dünya önünde saçmalamaktan kurtulmuş olacağız!
Dönemin Başbakanının rüşvet konuşmaları için “Ben bu kasetlerin montaj olduğunu hissettim” diyebilen bir Sanayi ve Teknoloji Bakanı “Milli Otomobil” yapacağız diyor!
Yani, Ford’un 19. Yüzyılda başladığı işe Badem Bakanla 108 sene sonra başlıyoruz!
Dünya sıfır emisyon motora giderken, biz teknolojisi eski bir motorla yarışacağımızı zannedip, dünyayı kendimize güldürüyoruz…
Tarımdan da bir örnek verelim;
Dünyadaki fındığın %85’ini biz üretiyoruz ve bu işten senede 2-3 Milyar Dolar para kazanıyoruz. Yaklaşık 3,5 Milyon insanımız karnını bu sayede doyuruyor!
Oysa Ferrero adlı firma bizden aldığı fındığa, 22 bin işçiyle değer katarak “Nutella gibi markalarıyla” 11 Milyar Dolar kazanıyor!
Bizim kazandığımızın üç-dört katı!
Ürettiğimize değer katamaz, markalaşamaz isek, bu güne kadar olduğu gibi bundan sonra da işin hamallığını biz yaparız, kaymağını başkaları yer…
Değerli Okurlar;
Kamış ses verince kendini NEY zannedermiş. Gerçekte onun kaval bile olmadığını herkes bilir!
Altın kaplama koltuklara oturunca kendini Sultan zannedenlerle, hırsları akıllarının üzerinde olanlarla, helal-haramı ayırt etmeden milletin sırtından zengin olanlarla bir santim ileri gidilemez.
Yerimizde bile sayamayız, geri-geri gideriz…
Tercih Türk Milletinin ise, onu uyarmak ve gerçeklerle buluşturmak muhalefet partilerinin işidir. Var mı onlarda böyle bir gayret?
Nerdeee! Onlar şimdi AKP Anayasasına destek vermekle meşguller…
Sağlık ve başarı dileklerimle 04 Ocak 2016
İLK KURŞUN