Son günlerde Alev Coşkun’un “Yeni Mandacılar” isimli kitabını okuyorum…
Sonunda söyleyeceğimi, başında söyleyeyim; içinde yaşadığımız kepazeliği gayet açık, gayet net özetliyor!..
Sevgili Coşkun, 1919’da dedelerinin başaramadığı “ülkeyi emperyalizme peşkeş çekme” görevini, torunların nasıl son aşamalara dek getirmeyi becerdiklerini belgeleriyle ortaya koyuyor…
Önce terimlere açıklık getirelim: Uluslararası hukuk literatüründe manda, “Kendilerini yönetebilecek derecede örgütlenme düzeyine erişmemiş ülke ya da sömürgelere uygulanan güdüm yönetimi” olarak açıklanıyor. İyice basitleştirecek olursak; manda, geri kalmış, kendini idare etmekten aciz bir ülkenin, gelişmiş bir Batı ülkesinin vesayeti altına girmesidir.
İşte, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı aydınlarının tartıştığı “zillet” buydu, “İngilizlere mi sığınalım, ABD’nin şefaatini mi dilenelim!..” Halide Edip Adıvar, Mustafa Kemal’e yazdığı ünlü mektubunda şöyle diyordu:
“… Biz kendimiz için Amerika mandasını ehveni şer görüyoruz. Filipin gibi vahşi bir memleketi bugün kendi kendini idareye kadir modern bir makine haline koyan Amerika, bu hususta çok işimize geliyor… Amerika da tabii mahzursuz değildir.. izzetinefsimizden (onurumuzdan) epeyce fedakârlık etmek mecburiyetinde bulunuyoruz…”
Tarihte 15 devlet kurmuş, yüzyıllarca dünyaya hükmetmiş Osmanlı’nın bir aydınının kendisini Filipinler’le eş tutma utancına ve diğer tüm mandacı isteklere Mustafa Kemal hep şu sözcüklerle yanıt verdi:
– Ya istiklal ya ölüm!..
O zamanın mandacıları, sonrasının işbirlikçileri, kapısına bağlandıkları emperyalistler kaybedince sindiler, yeraltına çekildiler… Ama hiç vazgeçmediler!.. Büyük devrimcinin ölümünden sonra başlattıkları devrimi çökertme atağının üzerinden tam 78 yıl geçti…
Bugün 1919 koşullarından çok daha ağır bir süreci yaşıyoruz!..
“Yapay ulus Türkler!”
Alev Coşkun’un kitabını okurken, yıllar önce yazdığım “İşbirlikçiler” dizisinde yer verdiğim bir konuşmaya rastladım. Alman Doğu Enstitüsü Müdürü Udo Steinbach’ın bir konuşmasının şu bölümünü birlikte okuyalım:
– Sorun, Atatürk’ün bir paşa fermanıyla yarattığı yapay ürün Türk devleti ve Türk ulusudur. Sorun Kemalizm ve Kemalizm’in ulusçuluk ve laiklik ilkeleridir. Sorun uyduruk, zorlama ve yapay Türk ulusudur. Böyle bir ulus yoktur… Bu uyduruk ulusu Atatürk nasıl kurdu? Önce Ermenileri yok ettiler, sonra da Rumları…
Bu konuşma beni hiç şaşırtmamıştı!.. Türkiye’ye diz çökertmek üzere görevlendirilmiş aşağılık bir ajanın söyledikleriydi ve gayet de uyarıcıydı!.. Ama “Yeni Mandacılar” kitabında birkaç sayfa sonra gördüğüm şu satırlar, aslında hem içeriden hem dışarıdan nasıl bir geleceğe mahkûm edilmek istendiğimizi olanca çıplaklığı ile gösteriyordu:
-Olan şey, Mustafa Kemal’in var olmayan, farazi bir varlığı, Türk milletini ayağa kaldırarak ona hayat vermesiydi. Onun girişmiş olduğu projenin gerçek boyutlarını bize veren ve düşüncesinin ütopyacı niteliğini ortaya çıkaran, olmayan bir şey için sanki varmış gibi çalışması ve onu var etme yolundaki kabiliyetidir…
Yazarken utandığım, Udo Steinbach’ın söylediklerine rahmet okutacak bu satırların sahibi Prof. Dr. Ergun Özbudun!.. Hani şu AKP’nin yeni anayasa tasarısını hazırlayan komisyonun başkanı!.. Aynı zamanda Türk Demokrasi Vakfı’nın kurucu başkanı!..
Son olarak, bir Kanada gazetesine demeç veren AKP’li Suat Kınıkoğlu’nun söylediklerini paylaşalım:
-Siyah Türkleri temsil etmekten gurur duyuyoruz. Her değişimin kaybedeni olur. Bu değişimin kaybedeni de askerler, rektörler, hâkimler…
Ne kadar açık değil mi?!.. Şimdi, başta asker olmak üzere bu üç kuruma yapılan akıl almaz saldırıları yukarıdaki açıklamalarla birleştirin, ne türden bir kadere mahkûm edilmek istendiğimizi göreceksiniz. Yıllar önce üstü kapalı bir şekilde, “Türkiye yalnızca Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir” diyorlardı. Artık “Türkler zaten yoktu”ya kadar geldiler…
-Eğer bu denli ucuzsa, çekin ipini gitsin!..
Bitirmeye az kaldı!..
Yıllar öncesinden Türkiye üzerine acı bir tahlildi…
Gelecekte çok daha ağır, çok daha acı tahliller yapacağımı bilmiyordum henüz!.. Yaşadığımız her gün, bir öncekinden daha vahim, daha karanlık seyretti… Medya köleleşti, cumhuriyetin, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu “Kuvvetler ayrılığı” ilkesi “Kuvvetlerin Biat İlkesi” ne dönüştü…
Bakmayın bugün oynadıkları en koyusundan “milliyetçilik” oyununa… Ellerindeki “OHAL” silahını milletin böğrüne dayamışken, Suriye’de yılların getirdiği “kör politikalar” nedeniyle ordumuz sınır ötesinde güvenli bölge yaratmak zorunda kalmışken, Rakka-Musul senaryoları açıkça dilendirilirken, yani o topraklarda “çok uzun süre” kalma yolu açılmışken başka türlü olması zaten beklenemezdi!..
Yeni mandacılar, bu kez hedefe hiç olmadığı kadar yaklaştı!.. Bundan çıkışın biricik yolu cumhuriyetçilerin birleşmesi, ülkenin kaderine sahip çıkması, başka bir yol yok… Bu birliğin önderliği de belli:
-Atatürk’ün kurduğu parti: CHP!..
Ancak önderlik akıl almaz bir “kış uykusu” halinde, adeta iktidarın dümeninde bir “koltuk değneği” görüntüsü sergiliyor!.. CHP yönetiminin en acil şekilde safralardan kurtulması, Cumhuriyet ideolojisini sahiplenmesi ve ilerici yığınları kucaklaması gerekiyor… Benim yıllar önce “Cumhuriyetçi Cephe” başlığıyla formüle ettiğim, bugünlerde yine konuşulmaya, yazılmaya başlanan birliktelik için belki de son şans…
-Bizi bizden başka kurtaracak güç yok, Tarih Baba öyle söylüyor!..